2 Temmuz 2011 Cumartesi

Artık İkisi de Gelmiyor-Hikayem



Bu hikayemi 2011 kışında ''gençlerin duyarlılığı'' konulu bir yarışmaya yollamak istemiştim ama öğretmenim hikayeyi geri vermediği için bir türlü nasip olmadı yollamak  :/ 




Ama kısmet bugüneymiş,şimdi sizlerle paylaşmak da bana aynı mutluluğu yaşatıyor :)







                                            ARTIK İKİSİ DE GELMİYOR.


                              Tek bir gözyaşı yoktu. Hayır ,hayır. Vardı. Sağ yanağının üstünde ıslak,küçücük , minnacık bir damla.Çok küçük , çok hafifti ama.Varlığından haberi yoktu öğretmenimin.Ama ben görmüştüm.Az önce ben uğurlamıştım ya onu..Ondan olacak.Şaşırmıştı ilk gördüğünde,ilk duyduğunda .Anlayamadı tabii , olasılıksız geldi herhalde.Ama böyle işte.Olasılıklar hep var.Ne kadar acı olsalar da.Öyle olacak ki  olasılıksızlıkların bana sunduğu bu dipsiz acıyı o da hissetti ucundan.Şöyle bir göz ucuyla baktı ya da. Ama biliyorum. Şu kapıdan çıktığından beri, birkaç saniye olmadı henüz, o da artık acımın bir parçası. Benim sevgili öğretmenim. benim öğretmenim. İlk öğretmenim, en iyi öğretmenim.
Ya ben?
Ben kim miyim?
Hepsiyim ben.
Hiçbiriyim.
Ama biri değilim işte.
Asla da olmayacağım.
Biliyorum.

--
6 ay önce:

                       O güne dair aklımda tek bir görünüm kalmış. Hareket eden bir fotoğraf karesi gibi . Delik deşik tahta sıranın üzerinde hangi köşeye koyacağıma bir türlü karar veremediğim titreyen ama deli gibi titreyen ellerim. Nasıl korkmuşum meğer. Ya da heyecanlanmış mıyım aslında? Bilmiyorum. Ama ilk kez avucum o gün terledi bunu biliyorum. parmak uçlarımın o denli düzensiz ve hissiz titrediğini ilk defa o gün hissettim. Uzun kara kirpiklerimden, incecik ucuz kumaştan bölük pörçük kesilerek ayağıma uydurulmuş pabuçla köyün ta sınırında kalan o kocaman 4 dönümlük tarlada oradan oraya koşmaktan parça parça olan kesik kesik kalmış ayak parmaklarıma kadar akıp giden öyle şiddetli ve derin bir yanmayı ilk kez o gün hissettim. Sanki hayatım değişecekmiş gibi.Belki de değişirdi? Onu şimdi öğrenemeyeceksiniz. Daha gelmedik.Evet ya,belki de değişirdi.Neden olmasın? Hep okurdum öyle hikâyeleri. Özellikle öylelerini. Fakir ve masum köy çocuğu , hatta minik bir ‘kardelen’ , iyi yürekli Türkçe öğretmeni tarafından keşfedilir.Hayatında eline gelip geçebilecek en büyük fırsatı yakalar. İyi eğitimli, kibar ve kültürlü bir genç kız olur. Sonra da diğer kardelenlere rol modeli olur.. İdol olur adeta. Şimdi böyle basit bir şekilde anlatınca sanki buna pek inanmıyormuşum, hatta hiçbir zaman inanmamışım gibi gelecek. Ama öyle değil. Değil. Kimse, hele televizyonun karşısında çayını yudumlarken ‘ ay canım, zavallım, hadi şu 2323 ye mesaj atalım da bir iyilik olsun . sevaptır’ azınlığından kimse, yaşadıklarımızı,hissettiklerimizi anlayamaz.Her yeni güne ışıl ışıl bir umutla başlarız evet,yani orası doğru.Ama gerçek olan bir şey daha varsa o da,hiç göremediğimiz o denizin ufkunda batıp giden güneşle geçen ve kararan her bir gecenin başında,sert tahtanın üzerinde uzanıp , yanaklarımı acıtan soğuğa karşı koymaya çalışırken ,sabahın köründe bir tebessüm ettiren,yani en azından gözyaşlarına karşı koyan o ‘umutlar’dan eser kalmadığıdır. Neden mi? Çünkü hiçbir şey değişmemiştir.Yazın en kurağında ince parçalanmış pabuçlarımın arasından sızıp tenimi yakan sıcak aynı sıcak.Kışın en acımasızında,’okul yolunda her gün bizi ölümle yüz yüze getiren o dondurucu soğuk da aynı soğuk. Peki o okul dediğimiz taş bina? Taş demek biraz gelişigüzel olur. Yani biraz fazla üstü kapalı olur. Neyse işte o okul var ya , kilden mi kireçten mi taştan mı topraktan mı nedir.. İşte o gizemli bina da aynı. Neden mi gizemli? Bilmem, belki öğretmen olmadığı içindir. Ya da en ufak bir canlı , yaşam belirtisi gösteren tek bir ışıltı,bir ses , bir renk olmadığı içindir. Ya da bilmiyorum hiçbir şey öğrenemeyeceğimi, bana hiçbir şey katmayacağını , yine kitapsız , sözsüz,müziksiz , sap sade , dupduru bir gün geçireceğimi bile bile,(Ama tüm bunlara rağmen hala neden gittiğime anlam veremeden) gittiğim için belki de. Ya da sabah yanıma aldığım o beyaz ipince kağıda benzer şeyin günün sonunda yine bomboş kalacağını bildiğim halde gitmem mesela. Genelde korku filmleri böyleymiş ya. Bizimki de ondan farksız değil ..
                   Evet, o gün. Sevgili öğretmenimle, Öğretmen Selim Tarınca ile ilk karşılaştığım gündü. Ama önümüzde uzun ve bir hayli ilginç bir ‘zaman dilimi’nin olacağını hiç tahmin etmemiştim. Bizleri arada ziyaret eden birkaç yaşlı,pos bıyıklı,hafif göbekli adam olurdu. Ben de onu bu gruba dahil ettim hemen kafamda. Her ne kadar o daha gencecik, ışıl ışıl ve oldukça cılız olsa da. Sonra anlaşıldı zaten.Genç adam bizim öğretmenimiz olacakmış. Eğitim gördüğü alan matematikmiş meğer. Zaten yeni de mezun olmuş. Yepyeni, çok genç daha dedim ya. Bu arada Selim Öğretmen bize sadece matematik değil, hayat bilgisi öğretecekmiş . Ama öyle fotosentezli olan hayat bilgisi değilmiş bu. Öyle dedi. Bu hayat bilgisi gerçek hayatmış. Yaşıtlarımız da şuan büyük , modern şehirlerde hayatı öğreniyormuş meğer. ‘Yaşıtlarınız’ derken hangi yaş gruplarını kast etti hala bilmiyorum: Çünkü bize ‘yaşıtlarınız’ diye bir şey yoktu. Öyle karışıktı ki her şey,o kadar iç içeydi ki her bir hayat , artık ne yaşı kalmıştı ne cinsiyeti ne aklı ne usu. Her şey iç içeydi, birbirine sıkı sıkı bağlıydı her çemberi zincirin. Tutunuyorduk sımsıkı ,evet. Ama tutunurken ellerimizi yakacak, kesecek kadar niye bağlanıyorduk bu zincire, ne vereceklerdi bize bu ‘sımsıkı tutunma yarışması’nın sonunda bilmiyorduk. Ve en önemlisi nereye kadar dayanacağımızı hiç bilmiyorduk…
--
5 ay önce:
                  1 ayı çoktan geride bırakmıştık. Selim Öğretmene alışıyordu çoğu. Ama alışamayan da vardı tabii. Mesela ben . Neden alışamadım bilmiyorum. Ama kendime bulduğum tek bir bahane vardı. O gün, o bahsettiğim o ilk günde Selim Öğretmenin gözlerinde güven ve şefkat aradım. Kendinden emin olma bakışını aradım. Ya da özgüven diyeyim, daha modern dursun. Ama onun yerine gözlerinde ne mi buldum? Korku, endişe, tereddüt. Pişman gibiydi geldiğine. Garipsedi bizi, çok belliydi. Yeterince güzel değildik herhalde. Yoksa yeterince dik mi durmuyorduk? Önlüklerimiz kirli miydi? Aslında benimki kirli de değildi, özenle hazırlamıştım önlüğümü ben. Özellikle bir önceki gece eve gelir gelmez yıkadım onu. Çünkü söylemişlerdi yeni bir tayin yapıldığını taş binaya. Ben de yine umutla doldum. Hatta öyle ki, yalnızca sabahları uyanıp, karanlık gökyüzüne baktığımda, gelen günün heyecanı üzerime bastığında yanıma uğrayan umut, ilk defa akşamüzeri gelmişti yine. Hoş gelmişti de aslında. Keşke hep gelseydi. Neyse. Ben yıkadım onu işte. Ama yeterince düzleştiremedim. Ütüye benzer ilginç bir alet var evde. Ama pek ütü görevi görmüyor ne yalan söyleyeyim..Annem, babam ve üç büyük abim için özellikle köye iniyor her hafta onların kıyafetlerini düzgün yapmak için. Ama bizimkileri taşıyamıyormuş. Öyle dedi. Bilmem.
--
4 ay önce:

         Selim Öğretmen kalıcı galiba. Hafiften göbekli, pos bıyıkları terleyince elleriyle onları daha da çirkin bir hale sokan, orta yaşlı o diğerleri gibi değil. Buna karar verdim artık. Belli ki kararlı burada kalmak konusunda. Ama neden hala korkuyor? Tamam belki gözlerindeki korku bazen yok oluyor gibi . Ama asla tam olarak sıyrılmadı o bulutlu gözlerinden, düşünceli titrek hallerinden. Oysa o bizim kurtarıcımızdı. Yani öyle olmalıydı. Hakkımızda yazılan kitaplarda, konu edildiğimiz kısa duygu yüklü reklam karelerinde öyle deniliyormuş. Peri masalı gibi hani. Bir kurtarıcı var . Bir de kurtarılan. Bizim durumumuzda kurtarılanlar daha doğrusu. Ve tabii bizim yörede de ‘kardelenler’ . Peki, öyleyse sayın seyirciler, ben bir kardelenim. İşte tam burada. Taş binada kurtarılmayı bekliyorum.
--
3 ay önce:
              Bilmiyorum öğretmenim. Çok endişelisin. O kadar da korkunç değiliz aslında. Baksana ne kadar açız biz. Bilgi açıyız adeta. Özlüyoruz, hasretiz öğrenmeye, eğitilmeye, yoğrulmaya. Biliyorum daha pişmedi hamurumuz belki de daha mayalanmadı bile. Ama ümidi bu kadar da erken kesme lütfen. Lütfen öğretmenim. Kurtarılmayı bekliyoruz. Sen de biliyorsun.
Selim Öğretmen yaklaşık 12 haftadır burada. Taş binadaki bu dondurucu sınıfın içinde o da, bizimle birlikte. Ama morali bozuldu biraz. Korkusu da geçmedi hala. E tabi o yazın ardından geldi hemen. Daha gerçek yüzünü göstermemişti bizim buralar. Sonbahar yaprakları yoktur bizim köyde belki ama… Ama kış da böyle karanlık bir ruh gibi çöker başımıza, felç eder hayatı, insanları… Ama biz alıştık öğretmenim, öğrendik yaşamayı. Ayaktayız yani en azından. Ona da şükür ya.
Ama sen bilmezsin tabi öğretmenim biraz ürktün. Doğaldır, alışırsın belki. İnşallah alışırsın. Hatta benimsersin de…
Gitme öğretmenim.

--

2 ay önce:
               
                  16 hafta oldu. Artık sabahları ziyaretime gelen umut, beni akşamları da yoklar oldu. Sevdi galiba beni. Öğretmenim geldiğinden beri , ona da bir haller geldi. Çırpınıyor. Küçücük çok minik daha ama .. Sevdi o bu ziyaretleri… Belli her halinden. Ama ikinci ziyareti kısa sürüyor yine de. Ziyaret bitince de , başka bir şey ..çok tanıdık başka bir ziyaretçi kapıma dayanıyor. Zorluyor hep. Dinliyor beni çok belli. Kulağını uzatııııp, bekliyor öyle sinsi sinsi. Nefesimi tutuyorum ben de. ‘Hayır’ diyorum. Alt edemeyeceğini anlayınca da çekip gidiyor. Ama ben bu sırada ölüp ölüp diriliyorum. İşte beni böyle sarsıyor ‘korku’
Neyin korkusu mu?
Her şey bu kadar yeniyken ve ben bu kadar umutluyken, her şey eskisi gibi olur da,ben ‘kurtuluş’ fikrinden elimi ayağımı iyice çekerim ama bu sefer bir daha hiç oralara dönmemek üzere çekerim diye korkuyorum. Yani ya ben de tutsaklardan biri olursam? Ya her şey o tv ekranında gösterdikleri gibi olmazsa? Ya bir şeyler ters gider, bir düğüm tüm ipliği toz duman ederse??

1 ay önce:
          
                 Korkum geçiyor sevgili umut. Artık bir tek sen varsın hayatımda . Ne mutlu bana. Sen ol , diğer hepsi gitsin umurum değil. Ama sen ol, e mi umut?
Ah belalı korku, bir de öğretmenimin peşini bıraksan?
Ne zaman bize sevgiyle sarılacak ne zaman benimseyecek bizi, ah korku?
 Bilmiyorum, söylemesi zor. Bir şeyler ters gidecek. Hissediyorum.

Bugün:

                              Tek bir gözyaşı yoktu. Hayır hayır. Vardı. Sağ yanağının üstünde ıslak,küçücük , minnacık bir damla.Çok küçük , çok hafifti ama.Varlığından haberi yoktu öğretmenimin.Ama ben görmüştüm.Az önce ben uğurlamıştım ya onu..Ondan olacak.Şaşırmıştı ilk gördüğünde,ilk duyduğunda.Anlayamadı tabii , olasılıksız geldi herhalde.Ama böyle işte.Olasılıklar hep var.Ne kadar acı olsalar da.Öyle olacak olasılıksızlıkların bana sunduğu bu dipsiz acıyı o da hissetti ucundan.Şöyle bir göz ucuyla baktı ya da. Ama biliyorum. Şu kapıdan çıktığından beri, birkaç saniye olmadı henüz, o da artık acımın bir parçası. Benim sevgili öğretmenim. Benim öğretmenim. İlk öğretmenim, en iyi öğretmenim.

Az önce bizi ziyarete geldi. Çok şaşırdım. Ama nasıl sevindim bir bilsen umut.  Artık senin varlığına tamamen inanıyorum. Onca kilometreyi tepmiş, tüm engebeli yolları, taşlı karlı vadileri arkasında bırakmış benim öğretmenim. Tabii o rahat ,sıcak arabasıyla tepti o taşları,toprakları ..Benim gibi tabana kuvvet değil pek ama önemli olan o değil. Meğer aylardır benim meraklı ve bilgi açlığı içinde bakan gözlerimin o da farkındaymış. Merak etmiş o da. Kimdir bu küçük kız? Nerededir, ne yapar ne eder?
İyi ki etmişsin merak Selim Öğretmenim. Senin sayende biliyorum artık, ‘kurtuluşum’ mümkün. Hepimizin mümkün.
Taş bina değil artık, ışıltılı okullar..uzun pırıl pırıl koridorlar..sıcacık ..ama sıcacık sınıflar bekliyor beni . Belki de kısa, çok kısa bir süre sonra orada olacağım. Karanlıkları arkama , geleceğimi önüme alarak..Sağlam adımlarla..hep ileri derler ya . Aynen öyle işte..
Ben hayallerimin arasında adeta süzülürken, Selim Öğretmenimi unutmuş olacağım ki kapıda zıplar gibi hareketler yapmaya başladı. Üşümüş meğer. Haklı tabii. Arabadan kapıya gelirken bile donar insan bu havada.
Aldım Selim Öğretmenimi içeri.
-Buyurun Öğretmenim, sedire geçin köşede, en yumuşak yer orasıdır. Annem sıcak torbaları ,poşetleri de hep oraya koyar ki hem rahat hem sıcak bir köşe olsun nolur ne olmaz diye.İşte işe yaradı şimdi ..(gülümsedim ürkek)
- Zahmet etmeseydin. Ziyaret etmek istedim seni. En meraklı öğrencimi, haftalardır hiç bıkmadan, çıtı çıkmadan pür dikkat beni izleyen küçük deha. Biliyorum çok zekisin.
-Öyle miyim Öğretmenim
-Tabii biliyorum yaptığım küçük imtihanlarda anlıyorum ben bunu.
-Sağ olun Öğretmenim. Size çay yapayım. Bir poşet vardı. Ben yokken babamla konuşabilirsiniz. Ancak size cevap vermeyebilir. Endişelenmeyin vermezse. Kendisi… Rahatsızdır biraz.
(Öyle olacak ki Selim Öğretmen sedirle aynı renk olan siyah battaniyenin altında uzanan gözlerini tavana dikmiş olan babamı fark etmemiş. Görünce epey şaşırdı. E tabi sesi de çıkmıyor babamın. Yok gibi zaten orada. Biraz da karanlıktır o köşe hep… Neden bilmiyorum)
-          Baban mı o? …
-          -Evet Öğretmenim..
-          Neyi var? Ne rahatsızlığı var?
-          Babamda kötü hastalık varmış öğretmenim. Ablam demişti bana da.
-          Ablan da mı var ? O nerede peki?
-          Evet , evet.. İki ablam vardı hatta ..
-          Vardı? Neden öyle konuştun?
-          Büyük ablamı benim yaşımda evlendirmiş babam, yani daha hasta değilmiş o zamanlar. Köyün zengin ağalarından birinin oğluyla evlenmiş meğer. Ama sevmemiş ablam onu hiçbir zaman. Ablam şuan nerede bilmiyorum, yaşıyor mu pek bir bilgim yok o konuda da. Bildiğim tek şey bunların ben doğmadan önce olduğu. Bir şey sorduğumda da kimse bir şey anlatmazdı bana zaten. Küçük ablam anlatmıştı bunu da zaten.
-          -Küçük ablan? o nerede?
-          O da burada değil artık. Geçen sene çok soğuktu Öğretmenim. Kış çok karaydı, acıydı. Biraz sancılı geçti bizim için. Ama acıya alıştık herhalde. Artık kurşun işlemiyor bize. Kaybedecek bir şey kalmamış. Annem hep öyle der. O da şimdi kasabaya gitti yakınlarda var bir tane. Haftanın bir günü geliyor ya zaten. Diğer günler temizlikte orada bir evde. Yemek getiriyor babamla bana. Bir de orada yaptığı ütüleri getiriyor. Babam hep yatıyor belki ama pantolona ihtiyacı var. E benim de mavi önlüğüm var tabi. Sağ olsun onu getiriyor en azından. Ama evi temizlemeye vakti olmuyor. Zaten burada da kalmıyor ya. Babamın teşhisi konduğundan beridir kalmıyor bu evde. Büyülü o ev diye dedikodu çıkmıştı köyde geçen yaz, o da geldi geçti çok şükür. Ama annemin bundan da haberi olmadı tabi. Malum o biraz uzak kaldı.
-          Anladım..Hiç duymadım ben bunları . Çok ilginç. Çok sarsıcı. Sen küçücüksün. Minnacıksın daha. Nasıl olur? Nasıl olur almıyor aklım.
-          Bak ne diyeceğim… Çayı koyma. Yarın okulda görüşürüz canım. Kendine iyi bak. Babana da iyi bak. Birbirinize ihtiyacınız var.
-          Peki Öğretmenim. Otursaydınız. Daha sıcacıktı çay
-          Başka bir zaman canım.İyi geceler..
-          Peki Öğretmenim .. Size de …(anlamamıştım. Korkmuş muydu ?)

1 hafta sonra:


Ertesi gün Selim Öğretmen okulda değildi. Birkaç gün sonra onun sabah köyü terk ettiği haberi geldi taş binaya. Yıkıldık. Yıkıldılar.
Ben yıkılmadım. Çünkü benim için her şey..Her şey bitmişti..
Anlamıyordum. Neden?
Beni ziyarete geldi? Ailemi gördü.(yani en azından babamı)
Evimize gelecek kadar kibar biriymiş meğer diye düşünmüştüm. Ne olmuştu peki?
Ne olduğunu birkaç gün önce, köy kahvesinin önünden geçerken duydum . (malum köy kahvesi ayaklı gazete bayisidir)
Meğer Selim Öğretmen hiçbir zaman istememiş burada olmak. Gidecekmiş zaten. 6 ay dayanmış olması bile mucizeymiş. Öyle gariban falan da değilmiş hani. Ailesi oldukça varlıklıymış. Üniversitede başına açtığı belalar artık son raddeye gelince, büyük babası ona hoş bir sürpriz hazırlamış :
‘’ seni doğduğum köye, dünyadan, bu dünyadan çok uzak bir yere göndereceğim. Benim yaşımda bir ağanın yanında kalacaksın orada. Bak gör bakalım nasılmış oralar, o insanlar, o dünya, dünya diyeceksen oraya, insan diyeceksen onlara tabii …’’
Selim Öğretmenim de üniversite kaydını dondurduğu gibi buraya atmış kendini, ne kadar kötü olabilir ki, demiş. Ama gördükleri ve işittikleri dilini yakmış adeta.
Gelelim benim kapıma nasıl geldiğine ,neden geldiğine..
O akşam ona bahsettiğim dedikoduları duymuş selim öğretmenim. Meğer yazın kapanmamış o ‘’büyülü ev’’ mevzusu
O da gideyim bir göreyim demiş.


Ama bir şey diyeyim mi Selim Öğretmenim,
Hiç iyi yapmamışsın.

Ya da iyi yapmışsın aslında.
Sayende, senin sayende Sevgili Öğretmenim,
Ben bir kez daha anladım , ‘kurtuluş’un var olmadığını, olsa da benim, bizim yanımızdan bile geçmediğini.
Yine senin sayende sevgili Öğretmenim,
Hafifledim ben.
Neden mi?

Hani vardı ya benim iki ziyaretçim.
Biri sabah, biri akşam gelirdi.
Artık ikisi de gelmiyor.


Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder