''...farniente ...''
Kelimenin İtalyanca sözlük anlamı : hiçbir şey yapmamanın mutluluğu .
Bu kelimeyle, yaz tatilimin başında sabahtan akşama kadar doya doya gazete/dergi/kitap okumanın zevkine varmaya başladığım o ilk günlerde tanıştım.Okul stresinden,sözlü notu koşuşturmasından ve sınav dertlerinden kurtulduğumu yavaş yavaş anladığım ve güneşin denizin altın rengi kumun güzelliğine kendimi kaptırıp , tek derdimin 'cızırdamaya' başlamadan tatlı bi bronzluk kazanmak olduğunu fark etmeye başladığım o tatilin ilk günlerinde o yazı bana adeta ilaç gibi gelmişti ve beni,(ve tabii benim yaşlarımda birçok öğrenciyi , ama aynı zamanda çalışan insanları da )içinde bulunduğum durumu anlatmak için yazılmıştı sanki. Neyse sonuç olarak bu güzel kelimeyi ve benim için ifade ettiklerini sizin için paylaşmak istedim.
Eminim ki herkes Türkçe karşılığından kelimeyi gayet iyi analiz edip,kendilerine göre yorumlamıştır. Ama bazı istatistik ve somut verilerden yararlanarak ben de kendi yorumumu katmak istiyorum.
Öncelikle ''hiçbir şey yapmamak'' derken başka bir şey kastettiğimi veya başka bir imada bulunduğumu düşünmeyin.Çünkü hayır, bahsettiğim şey tam anlamıyla,%1500 yüzdeyle HİÇBİR ŞEY YAPMAMAKtı.Yani kısaca,toplum içinde basitçe ifade ettiğimiz haliyle : 'tembellik' . Kanıtlanmış haliyle 'çalışmak , yalnızca sonunda kavuşacağımız tembellik duygusuyla çekiliyor!' Yani çalışmayı değerli kılan aslında sonundaki tembellik duygusu.Ancak işin en en en başına gidersek,taaa fabrikaların kurulmaya başladığı,insanların birbirlerini nasıl ezip daha üst bir pozisyona geçeceğini henüz düşünmeye başlamadığı o zamanlara..Kapitalizmin insanın ruhunu,bedenini,aklını ve en önemlisi de İNSANLIĞINI ele geçirmeye başlamadığı o zamanlara..Fransa'yı ele alalım. En güzel ve bariz örnekten çıkalım yola.Marie Antoinette mesela.Şımarık Fransa kraliçesi ve Avusturya arşidüşesi..Henüz 14 yaşındayken Fransa veliahtı Louis le evlenip,dengesini kaybeden,kaybetmekle kalmayıp yeni geldiği bu ülkede fırtınalar estiren kraliçe..Sabahlara kadar devam eden sonu gelmez saray partileri mi desem,evliliği dışında ilgilenmekte olduğu sevgilileri mi desem,yoksa ele avuca sığmayıp yerinde duramayan o yaramaz kişiliğinin altında yatan savurganlık prensesinin başına açtığı belalardan mı söz etsem ? En iyisi sizlere Marie Antoinette'i canlandıran Kristen Dunst'ın oynadığı 2006 yapımı Sofia Coppola'nın olağanüstü filmi önermek sanırım. Onu izlediğinizde zaten Fransız Devrimi olsun,neden Marie Antoinette 'in ''Vatan Haini'' sıfatını aldığı olsun ve dönemin 'uç noktada yaşanılan -tabi ki saray hayatı kapsamında- aşırılıklar'ı olsun hepsine bir netlik kazandırmış olacaksınız.Eğer ''ay ben zaten çok iyi biliyorum,ne gerek var zaman kaybı-ıııı'' ıııı ! hatasına düşmeye meyilliyseniz durun,sakin olun , çok bilmişliğini lüzumu yok.Bilgili ve kültürlüyseniz ne güzel,ama bu film arşivinizden mükemmel bir eseri esirgemek anlamına gelmemeli.Hele ki kızlar,dönemin kıyafetlerini taşıyan güzelim Fransız bayanlarının zarafeti ve kokoşluğu karşısında epey eğlenecektir eminim :) Evet, biz bu konuya nerden gelmiştik? Ah evet,farniente,hiçbir şey yapmamak,tembellik,çalışmak .. falan falan öyle .
Yani , dediğim gibi tembellik o zamanlar çok yaygın ve normal bir şeydi. Sonra ne mi oldu? İnsanlar birer canavara dönüştü. Bizler,makineleştık. Fabrikalar,dumanlar,egzozlar,üretim,çalar saatlerimizin ''tik tak'' sesi hayatlarımızın vazgeçilmez birer parçası olup çıktı.Kapitalist olduk,hırsla dolduk,mutsuz olduk,monoton olduk,insanlıktan mahrum olduk. E haliyle çalışma/iş delisi olduk.Hayatlarımız iş-ev ikilisi arasında geçen kısır bir döngü oldu..Hani ortaokulda sinirimizi bozan matematikteki o A -B şehir otobüs problemleri gibi aynı.Sadece problem çözülünce bu A-B yolundan kurtulamıyoruz artık.Çünkü işkoliğiz,hayatımızı işten ve çalışmaktan ibaret duruma getirdik.Bunu elbette -prosedür gereği - işverenlerimiz ve üstlerimiz bizden istedi,ama istesek bu duruma gelmezdik. Bunu biz istedik.
Biz istedik,biz yaptık,biz olduk.
İşte bu yüzden değiştirmek de bizim elimizde.Grilerin içine biraz renk katıp,hayatımızın tonunu açmak bizlerin elinde.Çünkü çalışmak kadar,tembellik de ihtiyaç. Öyle olduğu için,ihtiyacımız olduğu için ve sizin sandığınızın aksine BİZLER MAKİNE OLMADIĞIMIZ İÇİN tembelliğe yer verin. Hayatlarınıza biraz ışıltı katmak,değiştirmek,değişmek,fırsat oluşturmak ve en önemlisi de zaman yaratmak sizin elinizde !
O zaman ne duruyosunuz hala?
PAYDOSSSSSSSSS ! HAYDİ FARNIENTE !
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
22 Temmuz 2011 Cuma
[.....Büyyük Evv Ablukkka.....] - D-D-DDA !
BÜYÜK EV ABLUKADA !!
(nesin sen nesin sen ? )
Son zamanlarda keşfetme şansı yakaladığım ve neden bu kadar geç kaldım diye yakınıp durduğum o yaratıcı mı yaratıcı,deli mi deli , harika grup.
Huzurunuzda Büyük Ev Ablukadalalarda...
Tarz: Acousmatic/Tape music / Indie
Yer Cihangir, TR
şirineler yaa :
ses teli :canavar banavar ses teli : galvaniz gelbiraz
ses teli gitar klavye davul kesmen yapıştırman : Afordinsman Salihins
ses teli gitar : ben tek siz hepiniz
sesteli ayar çekmen bass: bariton.
pes teli hissiyat-ı istesem çalarım : balon suyladadolar.
davul : Gelicem nerdesin.
bazen Ver bi laf bazen ver bi ses : Baksen Oyalama
Her şarkısındaki güzellik apayrı ve tabi sözlerini okuduğumda hep yaratıcılıkları ve mizahları karşısında hayran kalıyorum ama burada sizle paylaşmadan önce her konser videosunu tekrar izleyip,fizy.com u tekrar bi delip deştim ve zar zor birbirlerinden ayırt ederek benim için ayrı yerleri olan 5 favori şarkımı buraya yazdım,dinleyin,izleyin,falan filan.
İşte benim TOP 5 im :
1. http://fizy.com/#s/1sgucv/ en güzel yerinde evin (diye değil)
2. http://fizy.com/#s/1uthx3 / en çirkini güzellerin
3.http://fizy.com/#s/1m6k28 / havadar
4..http://fizy.com/#s/1yb0du / lilililerle/-de
5..http://fizy.com/#s/22so27 / olanla olunmaz
Buraya da bir bakın derim :
http://www.myspace.com/olmadikacariz--- kendi myspace adresleri ve birçok [aşırrrı komikkk] blog yazıları da aynı sitede bulunabilir.
http://www.buyukevablukada.com/dinle.html
http://www.buyukevablukada.com/izle.html
http://www.buyukevablukada.com/konser.php --- 2 Temmuz One Love Fest olayı---
Yüklediğim videolardan biri grubun Babylon'daki , diğeriyse Galatasaray Lisesi festival çapındaki konserini içeriyo.Eğlencenin adresi mübarek.
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
''Ayastefanos'' - Benim temiz,güzel Yeşilköyüm.
Yıl 1878..
93 Harbi'nin kara bulutları Marmara Denizi üzerinde dolaşmakta..
Fırtına koptu kopacak..
Durumu en iyi betimleyen deyiş şu olmalı : '' Fırtına öncesi sessizlik''
Yenilgi altında Osmanlı..
Batıdan Ayastefanos ( şimdiki Yeşilköy) , doğudan Erzurum'a uzanmış bir Rus ordusu..
Barış için Rus orduları başkomutanı Nikolay'ın ayaklarına kapanan devletin liderleri...
Çaresizliğin gölgesinde kalmış onur,ihtişam..
Ve tarih : 3 Mart 1878 !!
Ağır koşullar içeren 'Ayastefanos Antlaşması'' , günümüzün Yeşilköy'ünde , sahili güzelleştiren eski yalıların arasında , Ayastefanos Feneri'nin huzurunda ve içinden kıs kıs gülen Rum Kilisesi'nin gözleri önünde imzalanır..
İmzalanması ile,
Elimizden Sırbistan,Karadağ,Romanya ve Bosna-Hersek 'in bağımsızlığını kazanıp,sınırlarının genişletilmesi bir olur..
Ve tabii Kars,Ardahan,Batum,Doğubeyazıt'ın elimizden çıkması ..
Teselya, Yunanistan'ındır artık.
Girit ve Ermenistan ise, ıslahatlarla donatılır aniden.
Bulgaristan Prensliği mi ?
Tuna'dan Ege'ye..
Trakya'dan Arnavutluk'a..
İşte böyle..
-Yabancıların kendi ülkelerinde ''country'' olarak isimlendirdikleri- taşra kasabalarına benzeyen ve benzetilen Yeşilköyümüz,şehir merkezinden uzakta,unutulmuş ve içine kapanmış semtimiz , bakın nelere şahit olmuş tarihte.Neler görmüş geçirmiş.
Şimdilerse ise bu tarih kokan,şirin mi şirin semt tehlike altında ve korunmaya ihtiyacı var.Neyden mi korunacak?
İNSANLARDAN.
Semtimiz 3-4 yıldır özellikle yaz aylarının gelmesi ile ve insanların sıcak yüzü görmesi ile,çevre semtlerden gelen vatandaşların istilası altındadır. Kimse o vatandaşlar tatil yapmasın,eğlenmesin demiyor. Ancak bu şekilde eğlenmeye ne onların hakkı var, ne de bizim tahammülümüz.
Sakin çarşımız ,pazarımızın içinde yarı çıplak olarak dolaşan gençler,semtimizin sakinlerini taciz etmekle kalmayıp,onların buradan taşınmasında rol oynamaya kadar ileri gitmişlerdir.
Peki ''Denize Girmek Yasaktır'' tabelası olmasına karşın,bu insanların denize girmeleri ve her gün ayrı bir boğulma/sakatlanma vakasıyla karşı karşıya kalan Yeşilköy halkına ne demeli ?
Bence artık tek denmesi gereken şey : Dur !
Bir dur demenin zamanı geldi,
Eğer siz de Yeşilköy/Florya/Yeşilyurt 'ta oturuyorsanız ve herhangi bir şekilde bu semtlerle bağlantı içindeyseniz,hiç zaman kaybetmeden Facebook'ta açılmış olan ''İMZA KAMPANYASI..YEŞİLKÖY'DE HUZUR İSTİYORUZ..'' grubuna katılın ve orada yazılmış olan adreslerden yetkili kişilere ulaşın.
Olur da orada bulamam diyorsanız,
İletişim için :
Butik No:32
İstasyon Caddesi/ Nurettin Biriz Pasajı
(Migros karşısı)Alt Çarşı No : 17/21
Yeşilköy-İstanbul
Tel:0212 662 19 16
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
UTOPIA 2.BÖLÜM
Sonunda sonunda 2.bölüm.
İngiltere yolculuğumun öncesinde her şeyi yetiştirmeye çalışırken telaş içinde blogla ilgilenmeye fırsat bulamadım :(
Neyse çarşamba bugün zaten , çok da gecikmemişim yazmak için :)
Evet efenim buyrunuz Utopia'm 2.Bölüm :
....] ''Herhalde bugün beni uzaktan biri izleseydi,kesin romanımı yazardı!'' diye düşündüm içimden.
Neyse,sonra alarmımın kurulu olup olmadığını kontrol ederek büyük bir huzurla bu zor günün sona ereceğini ve sabah tertemiz,ışıltılı ve yepyeni bir güne başlayacağımı hayal ettim.İşte tam bunları düşünürken uyuyakalmışım.Gerçeklikten biraz uzakta,sadeliğin etrafında dönen hayal ülkemle de tam o anda tanıştım işte.Hangi ülke yani?
''Evrende eşi benzeri olmayan,kusursuzluğa çok yakın bir toplum tarafından ayakta tutulan UTOPIA'dan bahsediyorum.UTOPIA..''
[Ve o andan itibaren kendimle ilgili her şeyi unutup,bir kaşif kimliğine bürünerek bu yeni ülkeyi keşfetmeye adadım kendimi..tamamen..]
Yemyeşil bahçelerin,pespembe çiçeklerin,upuzun mis kokulu ağaçların arasından ilerleyen konuksever bir patikadan gidilir Utopia'ya.Patikanın sonuna gelince uzun ve parıl parıl bir ırmak gülümser bize , üzerindeki iki - bilemediniz üç- kayıkla.(Bu bahsettiklerim aslında tam anlamıyla 'kayık' kategorisine girmiyor ancak form bakımından en çok onlara benzettim,düşündüm ve daha fazla benzeteceğim bir taşıt bulamadım :) Ama şunu da belirtmeliyim ki,Osmanlı'nın meşhur ''saltanat kayıkları''na zarafet ve incelik bakımından oldukça yakınlar :) ) Kayıkların üzerinde de kavruk kahve tenli ve samimi kayıkçılar.Öyle insanlar ki onlar,konuşmanız gerekmez derdinizi anlatmak için;en ufak bir bakışınızdan anlarlar hemen sizin yeni bir Utopia yolcusu olduğunuzu.Alırlar sizi kayıklara ve koparırlar sizin için bir ''utio'' (Yalnızca Utopia'da yetişen ve çiftçiler tarafından özenle büyütülüp,bakılan leziz bir meyve.Kayıkçıların bunu ziyaretçilere armağan etmesi adetlerindendir.) Ve yolculuğun başlamasıyla onların nesilden nesle geçmiş,sözlü efsanelerini okumaları bir olur. (Bu efsaneleri,konularını Utopia'nın asırlardır süren güzelliğinden,düzeninden,halkının sevecenliği ve temizliğinden alan,yalnızca o yöreye özgü pastoral şiirler olarak düşünebilirsiniz.)
Hayallerinizden kendinizi bir anlık sıyırıp , yolculuğunuzun sonuna geldiğinizi fark ettiğinizde ise yol arkadaşınıza kendinizden küçük bir 'anı' bırakmanız yeterli olur.Anıdan kastım elbette bileğinizdeki taşlı marka saat veya boynunuzdan çıkarmadığınız -ve pahalı olduğu her ince detayından belli olan- etkileyici gerdanlık değil. Benim bahsettiğim,köşesinde adınızın yazdığı minik,samimi bir not ya da yıllardır sizde duran ,rengi solmuş bir fotoğraf mesela,bu onlar için çok daha anlamlı ve unutulmaz bir hediye olur,emin olun...
Bölüm 2'nin sonu.Umarım bu bölümü de seve seve,sıkılmadan okumuşsunuzdur :) Önümüzdeki iki hafta yurtdışında olacağım için söz verdiğim gibi her hafta yalnızca bir bölüm ekleme şansım olmayacak.Bu hikayeyi ve laptop umu yanımda götürmek benim için oldukça zahmetli olacağından , bu haftasonu iki haftalık 3. ve 4. bölümü de yayınlamaya çalışacağım.Ve umarım onları da aynı tadı alarak okursunuz :)
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
İngiltere yolculuğumun öncesinde her şeyi yetiştirmeye çalışırken telaş içinde blogla ilgilenmeye fırsat bulamadım :(
Neyse çarşamba bugün zaten , çok da gecikmemişim yazmak için :)
Evet efenim buyrunuz Utopia'm 2.Bölüm :
....] ''Herhalde bugün beni uzaktan biri izleseydi,kesin romanımı yazardı!'' diye düşündüm içimden.
Neyse,sonra alarmımın kurulu olup olmadığını kontrol ederek büyük bir huzurla bu zor günün sona ereceğini ve sabah tertemiz,ışıltılı ve yepyeni bir güne başlayacağımı hayal ettim.İşte tam bunları düşünürken uyuyakalmışım.Gerçeklikten biraz uzakta,sadeliğin etrafında dönen hayal ülkemle de tam o anda tanıştım işte.Hangi ülke yani?
''Evrende eşi benzeri olmayan,kusursuzluğa çok yakın bir toplum tarafından ayakta tutulan UTOPIA'dan bahsediyorum.UTOPIA..''
[Ve o andan itibaren kendimle ilgili her şeyi unutup,bir kaşif kimliğine bürünerek bu yeni ülkeyi keşfetmeye adadım kendimi..tamamen..]
Yemyeşil bahçelerin,pespembe çiçeklerin,upuzun mis kokulu ağaçların arasından ilerleyen konuksever bir patikadan gidilir Utopia'ya.Patikanın sonuna gelince uzun ve parıl parıl bir ırmak gülümser bize , üzerindeki iki - bilemediniz üç- kayıkla.(Bu bahsettiklerim aslında tam anlamıyla 'kayık' kategorisine girmiyor ancak form bakımından en çok onlara benzettim,düşündüm ve daha fazla benzeteceğim bir taşıt bulamadım :) Ama şunu da belirtmeliyim ki,Osmanlı'nın meşhur ''saltanat kayıkları''na zarafet ve incelik bakımından oldukça yakınlar :) ) Kayıkların üzerinde de kavruk kahve tenli ve samimi kayıkçılar.Öyle insanlar ki onlar,konuşmanız gerekmez derdinizi anlatmak için;en ufak bir bakışınızdan anlarlar hemen sizin yeni bir Utopia yolcusu olduğunuzu.Alırlar sizi kayıklara ve koparırlar sizin için bir ''utio'' (Yalnızca Utopia'da yetişen ve çiftçiler tarafından özenle büyütülüp,bakılan leziz bir meyve.Kayıkçıların bunu ziyaretçilere armağan etmesi adetlerindendir.) Ve yolculuğun başlamasıyla onların nesilden nesle geçmiş,sözlü efsanelerini okumaları bir olur. (Bu efsaneleri,konularını Utopia'nın asırlardır süren güzelliğinden,düzeninden,halkının sevecenliği ve temizliğinden alan,yalnızca o yöreye özgü pastoral şiirler olarak düşünebilirsiniz.)
Hayallerinizden kendinizi bir anlık sıyırıp , yolculuğunuzun sonuna geldiğinizi fark ettiğinizde ise yol arkadaşınıza kendinizden küçük bir 'anı' bırakmanız yeterli olur.Anıdan kastım elbette bileğinizdeki taşlı marka saat veya boynunuzdan çıkarmadığınız -ve pahalı olduğu her ince detayından belli olan- etkileyici gerdanlık değil. Benim bahsettiğim,köşesinde adınızın yazdığı minik,samimi bir not ya da yıllardır sizde duran ,rengi solmuş bir fotoğraf mesela,bu onlar için çok daha anlamlı ve unutulmaz bir hediye olur,emin olun...
Bölüm 2'nin sonu.Umarım bu bölümü de seve seve,sıkılmadan okumuşsunuzdur :) Önümüzdeki iki hafta yurtdışında olacağım için söz verdiğim gibi her hafta yalnızca bir bölüm ekleme şansım olmayacak.Bu hikayeyi ve laptop umu yanımda götürmek benim için oldukça zahmetli olacağından , bu haftasonu iki haftalık 3. ve 4. bölümü de yayınlamaya çalışacağım.Ve umarım onları da aynı tadı alarak okursunuz :)
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
17 Temmuz 2011 Pazar
DJ sasha / urbanbug rezaleti
Tarih : 9 Temmuz 2011
İşte o meşhur Sasha'nın konser afişi.. Konser nasıl mıydı ? Rezalet. En azından konser , müzik , uluslararası ünlü Dj kurtarır demiştim birazcık da olsa. Ama hayır,kendisi de bu alakasız dinleyici kitlesine daha fazla tahammül edememiş olmalı ki 04.30a kadar kalması gereken sahneyi saat daha 03.00 ü vurmadan terk etti. İyi de yaptı,o çocukların uyanmaya ihtiyacı vardı.
Benim tek dileğim/anlatmaya çalıştığım , insanların 'biraz daha ' , yalnızca birazcık daha duyarlı ve bilinçli olması,daha iyi bakması çevresine,daha iyi dinlemesi birbirini,daha çok kulak vermesi haberlere ve göz atmaktan biraz daha fazlasını yapması gazeteleri gördüklerinde..
Ve şuan için halen umudumu koruduğum şeyse,Alaçatı ve Bodrum'da düzenlenecek olan diğer yaz festivalleri . Ama zannediyorum ki , orada böyle bir kargaşa yaşanmaz,çünkü orada kimsenin işine gelmez rahatlarının bozulması,çünkü onların tek derdi yeni 'mayokinileri'ni Aya Yorgi Babylon plajında sergilemek .
E tabi onlara da hak vermek lazım, dimi?
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
Yer: Kilyos - Solar Beach
Organizasyon: ''solarbeach-urbanstyle-SASHA''
Yaz dönemi için staj yapmakta olduğum moda ofisi , içinde bulunduğumuz 3 aylık tatil döneminde İstanbul,Alaçatı,Bodrum vb tatil beldelerinde sürekli olarak bir takım etkinliklere katılıyor.Dolayısıyla ben de bir çalışan olarak bu etkinliklere katılıyorum ,tasarımcılarımızın ürünleriyle donattığımız standların başında duruyorum ve özetle eğlenceme bakıyorum,festivallerin ve etkinliklerin tadını çıkarıyorum :) Ve halimden de oldukça memnunum.
9 Temmuz akşamı Kilyos Solar Beach'e doğru yol alırken de gayet memnundum , etkinliği ve gitmekte olduğumuz mekanı oldukça merak ediyodum. Ve araba park yerine girdiğinde,muhteşem bir manzarayla bizi karşılayan sakin ve sade tasarlanmış Solar Beach karşımdaydı. Gece 01.00 de sahne alacak olan -dünyaca ünlü (buraya dikkat ! ) ''ortalığı yerle bir edecek ''- Dj Sasha için sahne çoktan kurulmuş ve hazırlanmaya başlanmıştı. Her tarafta eğlence standları kuruluydu. Falcılar,Dj sasha t-shirtleri satan gençler - orada standımız olduğundan benim de giymem zorunluydu tabii :) - , taptaze stilistlerin büyük bir heyecanla rengarenk tasarımlarını sergiledikleri standlar ... Her şey gayet yolunda gibiydi.. Ta ki saat 23.30 u vurana kadar. Ben standın başından ayrılamadığımdan , gittikçe artan dehşet verici kalabalığı fark edememişim,arabanın içinden ilk kez gördüğüm o sakin ve duru sahil yerini insanlarla tıklım tıklım dolmuş,kapkara ve dumanlı bir atmosfere bırakmıştı.Birbirinden genç ve bilinçsiz bir izleyici kitlesi hiç durmadan sahne etrafında doluşmaya devam ediyordu, bu sırada alkol satışı da başlayınca, 20-25 dakikaya kalmadan oraya sadece içmeye ve insanları rahatsız etmeye gelenler kendilerini belli etmeye başladı. Tshirt ler ıslanmaya başlarken,havada yarım ağızla dile getirilmeye başlanan küfürler uçuşmaya başladı.Ben olanların yavaş yavaş farkına varmaya başladığımda(saat yaklaşık 00.45 gibiydi,yani Sashaya son 15 dk kalmıştı) etrafa bir bakmak için sahne tarafına doğru bir yürüyüşe çıktım,çıkmaz olaydım . Gördüklerim karşısında ağzım resmen açık kaldı ve ülkemdeki bu işe yaramaz,bilinçsizi,bomboş genç beyinler adına kendim utandım.Sahneye çıkan merdivenlerin hemen yanında çimle kaplı bir tepecik vardı.Ben merdivenlere yöneldiğim sırada korkunç bir gürültü koptu,bir kadın çığlığıydı. Yanıp sönen disko ışıklarının ve piste doğru salıverilmiş olan dumanların arasından seçebildiğim resim şuydu: Hemen yukarıdan benim olduğum alt tarafa doğru sürüklenen benim yaşlarımda genç bir kız, ve onu kollarından sımsıkı tutup aşağı doğru sürükleyen,kolu düşünce saçlarını çekiştirip hiç acımadan yokuş aşağı inen iğrenç kapkara bir adam (30 yaşlarında ! ). Babası mı diye düşündüm ilk , bir an kendimi Anadolu'da küçük isimsiz kasabalardan birinde dağ başında kan davası için kızını sefil eden babayı izlerken bulduğumu hayal ettim. Düşüncesi bile dayanılmaz olan bu rezilliği,burada , Türkiye'nin en modern ve en kozmopolit şehrinin modern insanlarının sitelerini kurdukları,yazlıklarını tuttukları bu semtte , bir konser esnasında görmek, tarif edilemez bir acıydı benim için. Sonra bir an kendimi topladım,kıza yardım etmek için o tarafa yönelmeye yeltendim. Ama onu sürükleyen barbar sevgilisi öyle kızgın ve öyle durdurulamaz duruyodu ki,önüne geçmek bile bir intihar gibiydi,öyle ya bizim ''cesur'' erkeklerimiz de sadece o yüzden yardım etmeye bile yeltenmediler !! Oh ne güzel iş,kızcağız orada can çekişsin ,biz de izleyelim . Neyse sonunda güvenlik geldi de o insandışı varlığı dışarı attı,kızı da arkadaşları tuvalete götürüp sakinleştirmeyeç çalıştılar. Ama benim bir kere tadım kaçtı,doğru dürüst eğlenebilir miyim , tadını çıkarabilir miyim çok sevgili dj sasha beyfendinin ? Tabiki hayır,gittim standıma , uslu uslu oturdum kahve içtim.Bu gördüklerim üzerine belki de buz gibi bi bardak su içmem gerekirdi. Bilmiyorum. Ama tek söyleyebileceğim, ben o akşam , daha demin yazmaya/tarif etmeye çalıştığım duygular içinde gidip gelirken, kendi adıma,ülkem adına,yaşıtlarım adına ve en önemlisi de beyinlerini gün geçtikçe küçülten ve vücutlarını gitgide çürüten o bomboş kesim adına utandım. Bazı büyüklerimizin tipik savunması,kabahatlerini kapatmaya çalışma yöntemi şudur :'' Ee canım o da öyle olmayı seçememiş ki,naapsın çocuk yani naapsın yaa ?! Hayat işte biri öyle olmak zorunda , biri böyle.. Ah şekerim zor iş ! '' Hayır şekerim hiç zor iş değil, sadece bir haftada harcadığın pedikür paranı - sadece 1 hafta diyorum dikkat ! - bir kenara koyup o çocuklardan birinin yanına gitsen,ona bir iş bulsan , ne biliyim sadece konuşmanın ötesinde minicik de olsa bi şeyler yapabilsen,bak bakalım o çocuk hala orada oluyor mu ? Herkes bu kadar duyarlı olsa peki,o zaman ne olurdu ? Eminim ki benim o akşam gördüğüm manzara olmazdı. En azından o derece kötü olmazdı her şey. Ama nerde tabi, bunu okuyan kitle,bu tip başka bir -uyarıcı,tetikleyici- yazıyı okumak isteyen kitle zaten sayılı. Okumak istese de sonuna kadar gerçekleri bu kadar çarpıcı boyutta,olduğu gibi görmek isteyen / görmemezlikten gelen kesim de var. E bi de tabi hiç tahammülü olmayanlar var.
Yani kısaca ümit yok. Hadi optimist olalım,ümit var diyelim.
%de kaç dersiniz ?
Ben yalnızca böyle bir makaleyi okumaya yeltenen kesimi düşündüğümde bile diyorum ki, %15 den yukarı çıkmaz. Tamam o yüzdeye geldi diyelim,ordan sonrası biraz kasar. Oldukça.
İşte o meşhur Sasha'nın konser afişi.. Konser nasıl mıydı ? Rezalet. En azından konser , müzik , uluslararası ünlü Dj kurtarır demiştim birazcık da olsa. Ama hayır,kendisi de bu alakasız dinleyici kitlesine daha fazla tahammül edememiş olmalı ki 04.30a kadar kalması gereken sahneyi saat daha 03.00 ü vurmadan terk etti. İyi de yaptı,o çocukların uyanmaya ihtiyacı vardı.
Benim tek dileğim/anlatmaya çalıştığım , insanların 'biraz daha ' , yalnızca birazcık daha duyarlı ve bilinçli olması,daha iyi bakması çevresine,daha iyi dinlemesi birbirini,daha çok kulak vermesi haberlere ve göz atmaktan biraz daha fazlasını yapması gazeteleri gördüklerinde..
Ve şuan için halen umudumu koruduğum şeyse,Alaçatı ve Bodrum'da düzenlenecek olan diğer yaz festivalleri . Ama zannediyorum ki , orada böyle bir kargaşa yaşanmaz,çünkü orada kimsenin işine gelmez rahatlarının bozulması,çünkü onların tek derdi yeni 'mayokinileri'ni Aya Yorgi Babylon plajında sergilemek .
E tabi onlara da hak vermek lazım, dimi?
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
16 Temmuz 2011 Cumartesi
ELINA GARANCA-Gala Concert
Merhabaaaa :)
Yine ben yine ben.Son zamanlarda sizlere Klasik Müzik ve Opera Festivallerini tanıtmıştım,programlarını yazmıştım ve bazı tavsiyelerde bulunmuştum yine bu etkinliklerle ilgili.''Gidin,gidin,GİDİN !! '' demiştim.Umarım gitmişsinizdir :) Gitmediyseniz de, biliyosunuz ki hala şansınız var. ''Aman yaa , opera falan çok entel dantel işler banane beni RocknCoke açar anca ! '' demeyin. RocknCoke açar açmasına,hatta beni de açıcaktı ben çok geç kalmış olmasaydım bilet almak için.Ona bir lafım yok yani,zaten onla ilgili de bir şeyler paylaşıcam.Ama siz yine de en azından sadece ruhunuza bir şeyler katmak için,ya da ne biliyim merakınızı gidermek için gidin,görün,dinleyin,izleyin :)
13 Temmuz akşamı 2.Opera Festivali'nin Denizbank sponsorluğu kapsamında Gala Konseri oldu.Ama ne gala konseri !
Yani ''İstanbul'da hala böyle insanlar kaldı mı yahu?!'' dedirticek cinsten tipler gördüm inanır mısınız? Böyle 70-80 yaşındaki teyzeler menekşe gözlü Elizabeth Taylor edasıyla süslenip püslenip gelmişler.Benim yaşlarımda 16-19 yaş aralığında ''farkını koymak'' amacındaki gençler böyle çiçekli böcekli fötr şapkalarla(onlardan biri de bendimmm :)) mini şortlarla gelmiş.Kimi de epey özenmiş -ki bu etkinliğe özenmicekler de neye özenicekler dimi ama ? - upuzun şık elbiseler ve bir kova makyajla gelmişler. Ama bunu önemseyip,değerini bilip,süslenmiş olmaları beni çok mutlu etti.
20.30daki konser için yine tüm ziyaretçiler Karakol Cafe'de yerini almış,kahvelerini yudumluyordu.
Ben de o sırada annem,anneannemle oturmuş türk kahvesi içerken -ve annemler sıkı bir muhabbete dalmışken- etrafı inceleyip,gelen geçeni yokluyordum ki.Tüm gençlerin,yaşıtlarımın yüzünde aynı ifadeyi gördüm.
''Sıkıcı mıdır ki acep?'' ifadesi,hani şimdi biz genciz ya. Opera filan açmaz ki biziiiii,biz böyle gidicez Armin van Buuren 'a ,Tiesto'ya kopucaz akıcaz falan yani.Anlatabiliyo muyum? :)
Ama yok işte,onlar da lazım,bu da lazım. Sadece sakinlik de olmaz,bayar yani.Ama sadece tepinmek de olmuyo bazen insan biraz dinlenmek ruhunu arındırmak falan istiyo.Bu yaşta bile.
Her neyse yine konser saati geldi,cafedeki herkes zengin kalkışıyla Aya İrini'ye doğru sürü şeklinde yürümeye başladı.Parfüm kokuları,konserden önce test edilmekte olan enstrüman sesleri ve daha önce -oldukça detaylı olarak- anlattığım üzere atmosferin etnik havası bizi yine aldııııııı götürdü rüyalar alemine ..
Konser sırasında neler olduğunu atlıyorum. Elina Garanca söyledi,Orkestra şefi yönetti,keman ve çello önderliğindeki orkestra da çaldı durdu demek isterdim.Ama orda olan herkes,olayın bundan ibaret olmadığını anlamıştır.Öyle ki,konser bittiğinde Elina'nın sesinin duruluğu ve pürüzsüzlüğü karşısında büyülenen bizler , alkışlamayı bırakmadık ve son 10 dakikaya sığdırdığı kapanış için seçmiş olduğu Carmen'i tekrar seslendirmesi için adeta onu zorlar gibi olduk :) Kendisi de bizi kırmadı,selamlarını falan çoktan verip sahneyi terk etmiş olduğu halde geri geldi,alkıştan ve ilgiden mahcup,utanmış bir halde geldi ve.....Sonrasını hatırlamıyorum,ki zaten sonda dile getirdiği operanın ismini de bilmiyorum.Programda yazmıyor,çünkü tamamen bizim isteğimiz üzerine seslendirildi bu son parça. Ama bir insanın sesi -yüzünde o kadar rahat ve gevşek bir ifadeyle,sanki geçen gece izlediği filmi anlatırmışçasına gelişigüzel bir tavırla - opera seslendirirken,(yüzlerce insanın önünde bir de !) nasıl bu kadar İNANILMAZ çıkabilir? Ben hala algılamış değilim,yakında bir zamanda algılayabileceğimi de sanmıyorum.Siz başarırsanız,benimle de paylaşın lütfen :)
Ve konserden sonra imza almak için -imzalı resmi de bu yazıyla birlikte paylaştım,biraz karanlık çıkmış olabilir,malum flaşsız çektim heyecandan :) - girdiğim kuyrukta tanıştığım A.T.(isim vermesem daha iyi :))
nin söyledikleri karşısında şoka girdim diyebilirim. A.T Ankara'dan sırf onu izleyebilmek için -çünkü kendisinin Türkiye'ye ilk ziyareti dolayısıyla buradaki ilk konseriymiş- akşam uçağı ile bir günlük gelmiş ve yine sabah erkenden konserin verdiği mutlulukla geri dönecekmiş.18 yaşında bir mezzo soprano olup,Mimar Sinan'da üniversite eğitimini tamamlamak isteyen A.T.(Radikal gazetesi haber yazarıyım tabi ben ! ), Elina'yı idolü olarak görüyor.Ve tahmin edebileceğiniz üzere ben bu duyduklarım karşısında ambale oldum.Ve nasıl daha önceden ben bu harika sanatçıdan habersizdim diye hayıflandım durdum. Ve bir hafta sonra gideceğim İngiltere için oluşturduğum ''alıncaklar listesi''nin başına Elina Garanca CDsini yazdım.
Size de tavsiye ederim,eğer yakınlarda yurtdışına çıkacaksanız,CDsini almanız farz olmalı bence.Çünkü Türkiye'de satılmıyor.Ki zaten Deutsche Grammophon isimli bir universal music company tarafından çıkarılıyor tüm albümleri.
İşte böyle...
Sizlerle bu tür sanat/festival/eğlence etkinliklerini paylaşmak da ayrı zevk veriyor bana ve öyle olduğu için de yakınlarda ziyaret ettiğim İstanbul Arkeoloji Müzesi,Yerebatan Sarayı ve İstanbul Modern'deki yeni sergi hakkındaki yazılarım çok çok çok yakında sizlerle :)
Unutmadan,olur da piyano,keman vs bir enstrüman çalan veya operayla ya da müziğin herhangi bir koluyla ilgilenen varsa,Elina Garanca'nın gala programını merak etmiştir,eminim.Şahsen ben her parçanın başında ve bitiminde programı kontrol ediyordum piyanoyla ilgilendiğimden :)
İşte o muhteşem program :
Berlioz-Hungarian March , La Damnaton de Faust Op.24
Berlioz-l'ardente flamme,La Damnaton de Faust Op.24
Rossini-Overture to Guillermo Tell
Cilea-Acerba volutta....o vagabonda stella
Saint-Saens-Samson et Dalila
Gounod-Faites-lui mes aveux
Saint-Saens-Mon coeur s'ouvre a ta voix
Bizet-Farandole
Bizet-From the Opera Carmen
Prelude
Habanera
Entr'acte
Seguedille
Entr'acte
Chanson boheme
-Boheme bir bombaydı.
(Paylaşmam şarttı bunu ,bulabiliyorsanız,onun yorumuyla dinleyin derim .)
Yine ben yine ben.Son zamanlarda sizlere Klasik Müzik ve Opera Festivallerini tanıtmıştım,programlarını yazmıştım ve bazı tavsiyelerde bulunmuştum yine bu etkinliklerle ilgili.''Gidin,gidin,GİDİN !! '' demiştim.Umarım gitmişsinizdir :) Gitmediyseniz de, biliyosunuz ki hala şansınız var. ''Aman yaa , opera falan çok entel dantel işler banane beni RocknCoke açar anca ! '' demeyin. RocknCoke açar açmasına,hatta beni de açıcaktı ben çok geç kalmış olmasaydım bilet almak için.Ona bir lafım yok yani,zaten onla ilgili de bir şeyler paylaşıcam.Ama siz yine de en azından sadece ruhunuza bir şeyler katmak için,ya da ne biliyim merakınızı gidermek için gidin,görün,dinleyin,izleyin :)
13 Temmuz akşamı 2.Opera Festivali'nin Denizbank sponsorluğu kapsamında Gala Konseri oldu.Ama ne gala konseri !
Yani ''İstanbul'da hala böyle insanlar kaldı mı yahu?!'' dedirticek cinsten tipler gördüm inanır mısınız? Böyle 70-80 yaşındaki teyzeler menekşe gözlü Elizabeth Taylor edasıyla süslenip püslenip gelmişler.Benim yaşlarımda 16-19 yaş aralığında ''farkını koymak'' amacındaki gençler böyle çiçekli böcekli fötr şapkalarla(onlardan biri de bendimmm :)) mini şortlarla gelmiş.Kimi de epey özenmiş -ki bu etkinliğe özenmicekler de neye özenicekler dimi ama ? - upuzun şık elbiseler ve bir kova makyajla gelmişler. Ama bunu önemseyip,değerini bilip,süslenmiş olmaları beni çok mutlu etti.
20.30daki konser için yine tüm ziyaretçiler Karakol Cafe'de yerini almış,kahvelerini yudumluyordu.
Ben de o sırada annem,anneannemle oturmuş türk kahvesi içerken -ve annemler sıkı bir muhabbete dalmışken- etrafı inceleyip,gelen geçeni yokluyordum ki.Tüm gençlerin,yaşıtlarımın yüzünde aynı ifadeyi gördüm.
''Sıkıcı mıdır ki acep?'' ifadesi,hani şimdi biz genciz ya. Opera filan açmaz ki biziiiii,biz böyle gidicez Armin van Buuren 'a ,Tiesto'ya kopucaz akıcaz falan yani.Anlatabiliyo muyum? :)
Ama yok işte,onlar da lazım,bu da lazım. Sadece sakinlik de olmaz,bayar yani.Ama sadece tepinmek de olmuyo bazen insan biraz dinlenmek ruhunu arındırmak falan istiyo.Bu yaşta bile.
Her neyse yine konser saati geldi,cafedeki herkes zengin kalkışıyla Aya İrini'ye doğru sürü şeklinde yürümeye başladı.Parfüm kokuları,konserden önce test edilmekte olan enstrüman sesleri ve daha önce -oldukça detaylı olarak- anlattığım üzere atmosferin etnik havası bizi yine aldııııııı götürdü rüyalar alemine ..
Konser sırasında neler olduğunu atlıyorum. Elina Garanca söyledi,Orkestra şefi yönetti,keman ve çello önderliğindeki orkestra da çaldı durdu demek isterdim.Ama orda olan herkes,olayın bundan ibaret olmadığını anlamıştır.Öyle ki,konser bittiğinde Elina'nın sesinin duruluğu ve pürüzsüzlüğü karşısında büyülenen bizler , alkışlamayı bırakmadık ve son 10 dakikaya sığdırdığı kapanış için seçmiş olduğu Carmen'i tekrar seslendirmesi için adeta onu zorlar gibi olduk :) Kendisi de bizi kırmadı,selamlarını falan çoktan verip sahneyi terk etmiş olduğu halde geri geldi,alkıştan ve ilgiden mahcup,utanmış bir halde geldi ve.....Sonrasını hatırlamıyorum,ki zaten sonda dile getirdiği operanın ismini de bilmiyorum.Programda yazmıyor,çünkü tamamen bizim isteğimiz üzerine seslendirildi bu son parça. Ama bir insanın sesi -yüzünde o kadar rahat ve gevşek bir ifadeyle,sanki geçen gece izlediği filmi anlatırmışçasına gelişigüzel bir tavırla - opera seslendirirken,(yüzlerce insanın önünde bir de !) nasıl bu kadar İNANILMAZ çıkabilir? Ben hala algılamış değilim,yakında bir zamanda algılayabileceğimi de sanmıyorum.Siz başarırsanız,benimle de paylaşın lütfen :)
Ve konserden sonra imza almak için -imzalı resmi de bu yazıyla birlikte paylaştım,biraz karanlık çıkmış olabilir,malum flaşsız çektim heyecandan :) - girdiğim kuyrukta tanıştığım A.T.(isim vermesem daha iyi :))
nin söyledikleri karşısında şoka girdim diyebilirim. A.T Ankara'dan sırf onu izleyebilmek için -çünkü kendisinin Türkiye'ye ilk ziyareti dolayısıyla buradaki ilk konseriymiş- akşam uçağı ile bir günlük gelmiş ve yine sabah erkenden konserin verdiği mutlulukla geri dönecekmiş.18 yaşında bir mezzo soprano olup,Mimar Sinan'da üniversite eğitimini tamamlamak isteyen A.T.(Radikal gazetesi haber yazarıyım tabi ben ! ), Elina'yı idolü olarak görüyor.Ve tahmin edebileceğiniz üzere ben bu duyduklarım karşısında ambale oldum.Ve nasıl daha önceden ben bu harika sanatçıdan habersizdim diye hayıflandım durdum. Ve bir hafta sonra gideceğim İngiltere için oluşturduğum ''alıncaklar listesi''nin başına Elina Garanca CDsini yazdım.
Size de tavsiye ederim,eğer yakınlarda yurtdışına çıkacaksanız,CDsini almanız farz olmalı bence.Çünkü Türkiye'de satılmıyor.Ki zaten Deutsche Grammophon isimli bir universal music company tarafından çıkarılıyor tüm albümleri.
İşte böyle...
Sizlerle bu tür sanat/festival/eğlence etkinliklerini paylaşmak da ayrı zevk veriyor bana ve öyle olduğu için de yakınlarda ziyaret ettiğim İstanbul Arkeoloji Müzesi,Yerebatan Sarayı ve İstanbul Modern'deki yeni sergi hakkındaki yazılarım çok çok çok yakında sizlerle :)
Unutmadan,olur da piyano,keman vs bir enstrüman çalan veya operayla ya da müziğin herhangi bir koluyla ilgilenen varsa,Elina Garanca'nın gala programını merak etmiştir,eminim.Şahsen ben her parçanın başında ve bitiminde programı kontrol ediyordum piyanoyla ilgilendiğimden :)
İşte o muhteşem program :
Berlioz-Hungarian March , La Damnaton de Faust Op.24
Berlioz-l'ardente flamme,La Damnaton de Faust Op.24
Rossini-Overture to Guillermo Tell
Cilea-Acerba volutta....o vagabonda stella
Saint-Saens-Samson et Dalila
Gounod-Faites-lui mes aveux
Saint-Saens-Mon coeur s'ouvre a ta voix
Bizet-Farandole
Bizet-From the Opera Carmen
Prelude
Habanera
Entr'acte
Seguedille
Entr'acte
Chanson boheme
-Boheme bir bombaydı.
(Paylaşmam şarttı bunu ,bulabiliyorsanız,onun yorumuyla dinleyin derim .)
11 Temmuz 2011 Pazartesi
UTOPIA (1.Bölüm)
Ay valla şuan içime bir heyecan doldu. Yıllar sonra ilk kez karşılaşıyomuşum gibi sanki bir arkadaşımla. Öyle seviyorum işte ben yazmayı,edebiyatı :)
Ama şimdi benden bahsetmenin zamanı değil,
Buyurun huzurunuzda benim UTOPIA'm :)
Yeri gelmişken tekrar hatırlatmak isterim ki,
bu yazıyı 12 yaşımdayken kaleme aldığımdan ve kendimce hiçbir şeyi değiştirmek istemediğimden,arada birkaç dil ve anlatım hatası olabilir,mazur görün :) Ki ayrıca makale yazığımız 80dk süren dil anlatım ya da edebiyat yazılılarında olmadığımızdan bence sizin için de benim için de pek bir şey fark etmeyecek :)
Yeri gelmişken tekrar hatırlatmak isterim ki,
bu yazıyı 12 yaşımdayken kaleme aldığımdan ve kendimce hiçbir şeyi değiştirmek istemediğimden,arada birkaç dil ve anlatım hatası olabilir,mazur görün :) Ki ayrıca makale yazığımız 80dk süren dil anlatım ya da edebiyat yazılılarında olmadığımızdan bence sizin için de benim için de pek bir şey fark etmeyecek :)
UTOPIA
Bir akşam,kendisi hakkında en ufak bilgi sahibi olmadığım bir peri kızı tarafından takip edildim.Aslında o akşam herhangi bir ''canlı'' olarak yaşıyormuşum gibi gelmedi,peri kızını gördüğümden mi bilmem kendimi oldukça garip hissetmeye başladım.Sanki her gün büyük bir şevkle yaptığım o rutin işleri bu sefer görevmiş gibi yapmak zorunda olduğuma düşünerek,sıkılgan ve somurtkan bir tavırla yerine getiriyordum.Herkesin hayran olduğu o vazgeçemediğim neşem
, yerini fırtınadan önce sessizlik dedikleri boşluk ve hissizlik duygusuna bırakmıştı.Ne olduğunu ben de algılayamıyordum artık.Bahsettiğim o gizemli peri kızının görüntüsünden kareler , sanki bir yapboz oyunuymuş gibi birbirine karışıyor ve karışıyor,iç içe girdikten sonra göğe doğru yükselip kıvılcımlar saçarak tekrar yok oluyordu.Her seferinde gözlerim kamaşmış ve henüz rüyadan yeni uyanmış bir kedi edasıyla etrafta usulca dolanıp duruyordum.Annem ve babam okulda bir sınavdan düşük not aldığımı ve ya bir arkadaşımla kavga ettiğimi öne sürüp,beni teselli etmeye çalışıyorlardı.Ama ne fayda ! Ben de bilmiyordum ki bana neler olduğunu ! İşte böyle ancak iki üç saat dayanabildikten sonra sanki yastığımda beni kendisine doğru çeken bir mıknatıs varmış gibi aceleyle annemleri öpüp odama doğru yol aldım.Koridorda yürürken birden o kareler geri döndü.Ama bu seferkilerin peri kızıyla pek bir ilgisi yoktu.Bunlar benim hayatımdan ve çevremden sahnelerdi.Kedimin yatağımın üzerine çıktığındaki şaşkın ve suçlu bakışları,anne ve babamın yılbaşı kutlamasındaki gülücükleri,sınıfımızın meşhur kara tahtası - kenarında dizilmiş tüm sınıf arkadaşlarım......derkeeeeeeeen birden her şey ters tepti ve bu sefer ''dünyadan'' bizim minik mavi küreden görüntüler toplaştı çerçevenin içine.Küresel ısınma,buzullardaki her geçen gün artan felaket işaretleri,Afrika'daki o flaşlara destan fotoğraf kareleri,savaş uçakları,bir tarafta anoreksik genç kızlar diğer yanda o hayatı seçmeyen Doğu'daki aç çocuklar ve daha niceleri..Aklınıza gelebilecek tüm felaketler ve mucizeler.Her gün yaşadığımız gibi, tüm zıtlıklar; karşıtlıklar...Ve tüm kargaşanın yavaş yavaş dindiğini hissettiğimde,kendimi yatağa çoktan uzanmış,pembe pijamalarımı çoktan üzerime geçirmiş vaziyette yumuşacık yastığıma özlemle sarılırken buldum.
DEVAMI BİR SONRAKİ HAFTA YAYINLACAK :) UMARIM MASALIM SİZİ BİRAZ DA OLSA İÇİNE ÇEKMİŞTİR,ŞİMDİYE DEK ÇEKMEDİYSE DE EMİN OLUN BİR SONRAKİ HAFTA İÇİNDESİNİZ!!!!
ÖPTÜÜÜÜÜM ! :)
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
10 Temmuz 2011 Pazar
Süpriz !
Evvet!
Sonunda geri döndüüümmm.
Alaçatı'nın ''dalgalı'' (!) sularında epey mücadele verdikten , sahilde bol bol güneşlendikten ( hatta biraz fazla güneşlendikten ! bkz: acıyan ve soyulan kollarım ) sonra yine sizlerleyim.
Tatile gittiğimde bile bu kadar malzemeyle döneceğim hiç aklıma gelmezdi ama sizin için bol bol ilham topladım.Hepsi üzerinde çalışıyorum şuan çok yakında sizlerle olucak :)
Ama onların arasında paylaşmak istediğim başka bir yazım var...Yazı sayılmaz aslında pek...Yani yazılı formda olucak tabii mantıken :D ama onu ancak şöyle yorumlayabilirim : sci-fi masal...
Kendisini yaklaşık...mmm dur bakiyim.. yaklaşık 4 sene önce kaleme almıştım.Edebiyat öğretmenimin bir yarışma için hepimizden beklediği 'kısa' bir çevre konulu yazı vardı . Hayvanları Koruma Günü/haftası vs gibi bir şey içindi sanırım tam hatırlayamıyorum...Ama ben konudan epey saptım..uzaklaştım uzaklaştım..bambaşka bir dünya yarattım kendime.Bir gecede .. Yaklaşık 6-7 saat boyunca tek yaptığım şey soda içmek ve bilgisayar başında tuşlara basmaktı.Gecenin sonunda elimdekiler: 8 sayfalık 'sci-fi masal' , ağrıyan parmaklar,açlıktan guruldayan bir mide. Ah bi de kanlanmış gözler.Yazıyı çantama tıkıştırdım ( ne kadar kıymet bilmez biriymişim: saatlerce öldür kendini yaz yaz dur,sonra buruştur çantaya tık,çok başarılı.)
ve direkt yatağa attım kendimi. Ertesi gün Pelin Hocama(kendisi bunu şuanda okuyorsa ona sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum beni hep yazıya,yazmaya devam etmeye teşvik edip,upuzun yazılarımı okumaya zamanını ayırdığı için :)) kağıt tomarını uzattığımdaki yüz ifadesi hala aklımdadır.Kendisi zaten açık tenliydi bir de onu görünce hiç abatmıyorum bemmmmbeyaz kesilmişti :(
-Ceydacım ben sizden minik bir yazı istemiştim sadece günün anlam ve önemiyle ilgili....
-Hocam,kusura bakmayın.İlham geldi,naparsınızz...
Ama beni kırmadı ve bir haftada (düşünün ancak 7 günde bitebildi yani ! ) benim yazımı okudu.
Kağıt tomarındaki dopdolu,kargacık burgacık yazıdan yer bulabildiği ufak bir aralığa da bir tebrik notu düşmüş canım benim,bir de şey yazmış -şimdi orjinalini elimde tutuyorum da..: '' bu yazıyı değerlendirmelisin ! ve diğer yazılarını da sabırsızlıkla bekliyorum...''
Evet,ben ders yoğunluğundan,oraya buraya koşturma telaşından bu masalı o gün alıp eve geldiğim gibi raflardan birine sıkıştırdım tozlanmaya yüz tutmaya bırakarak...
Ve aylar sonra bulduğumda o haldeydi aynen: tozlu,grileşmiş zavallım. Ben de onu aldım bi güzel koydum diğer şiirlerimin , hikayelerimin , yazılarımın yanına. ''Bir gün sana geri dönücem cinim '' dedim.Ve tabii yine geri dönmedim,unuttum :(
Ama artık yeter dedim ve bu blogu yazmaya başladığımdan beridir onu da burada paylaşmanın hayalini kuruyorum.Fakat malum yazı 'azıcık' uzun olduğundan şöyle yapacağız canlarım
Ben her hafta ondan bir bölüm yayınlayacağımmmm
Siz de bu arada heyecanla bir sonrak haftaki bölümü bekleyeceksinizzzz !!!! :))))
(Kızlar siz Aşk-ı Memnu izliyo olun mesela.''Behlül's next move,what's gonna happen this time ?'' tarzında)
(Erkekler siz de Kurtlar Vadisiiiii ! Evet evet mükemmel.''Aman be Polat be ,ah be abicim be naaptın yia sen ni yaptin sennnn !? '' )
Evet,sevdim ben bunu.
Hadi böyle olsun :)
''UTOPIA'''mın bu haftaki bölümü : yarım saat sonra sizlerleeee :)
Sonunda geri döndüüümmm.
Alaçatı'nın ''dalgalı'' (!) sularında epey mücadele verdikten , sahilde bol bol güneşlendikten ( hatta biraz fazla güneşlendikten ! bkz: acıyan ve soyulan kollarım ) sonra yine sizlerleyim.
Tatile gittiğimde bile bu kadar malzemeyle döneceğim hiç aklıma gelmezdi ama sizin için bol bol ilham topladım.Hepsi üzerinde çalışıyorum şuan çok yakında sizlerle olucak :)
Ama onların arasında paylaşmak istediğim başka bir yazım var...Yazı sayılmaz aslında pek...Yani yazılı formda olucak tabii mantıken :D ama onu ancak şöyle yorumlayabilirim : sci-fi masal...
Kendisini yaklaşık...mmm dur bakiyim.. yaklaşık 4 sene önce kaleme almıştım.Edebiyat öğretmenimin bir yarışma için hepimizden beklediği 'kısa' bir çevre konulu yazı vardı . Hayvanları Koruma Günü/haftası vs gibi bir şey içindi sanırım tam hatırlayamıyorum...Ama ben konudan epey saptım..uzaklaştım uzaklaştım..bambaşka bir dünya yarattım kendime.Bir gecede .. Yaklaşık 6-7 saat boyunca tek yaptığım şey soda içmek ve bilgisayar başında tuşlara basmaktı.Gecenin sonunda elimdekiler: 8 sayfalık 'sci-fi masal' , ağrıyan parmaklar,açlıktan guruldayan bir mide. Ah bi de kanlanmış gözler.Yazıyı çantama tıkıştırdım ( ne kadar kıymet bilmez biriymişim: saatlerce öldür kendini yaz yaz dur,sonra buruştur çantaya tık,çok başarılı.)
ve direkt yatağa attım kendimi. Ertesi gün Pelin Hocama(kendisi bunu şuanda okuyorsa ona sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum beni hep yazıya,yazmaya devam etmeye teşvik edip,upuzun yazılarımı okumaya zamanını ayırdığı için :)) kağıt tomarını uzattığımdaki yüz ifadesi hala aklımdadır.Kendisi zaten açık tenliydi bir de onu görünce hiç abatmıyorum bemmmmbeyaz kesilmişti :(
-Ceydacım ben sizden minik bir yazı istemiştim sadece günün anlam ve önemiyle ilgili....
-Hocam,kusura bakmayın.İlham geldi,naparsınızz...
Ama beni kırmadı ve bir haftada (düşünün ancak 7 günde bitebildi yani ! ) benim yazımı okudu.
Kağıt tomarındaki dopdolu,kargacık burgacık yazıdan yer bulabildiği ufak bir aralığa da bir tebrik notu düşmüş canım benim,bir de şey yazmış -şimdi orjinalini elimde tutuyorum da..: '' bu yazıyı değerlendirmelisin ! ve diğer yazılarını da sabırsızlıkla bekliyorum...''
Evet,ben ders yoğunluğundan,oraya buraya koşturma telaşından bu masalı o gün alıp eve geldiğim gibi raflardan birine sıkıştırdım tozlanmaya yüz tutmaya bırakarak...
Ve aylar sonra bulduğumda o haldeydi aynen: tozlu,grileşmiş zavallım. Ben de onu aldım bi güzel koydum diğer şiirlerimin , hikayelerimin , yazılarımın yanına. ''Bir gün sana geri dönücem cinim '' dedim.Ve tabii yine geri dönmedim,unuttum :(
Ama artık yeter dedim ve bu blogu yazmaya başladığımdan beridir onu da burada paylaşmanın hayalini kuruyorum.Fakat malum yazı 'azıcık' uzun olduğundan şöyle yapacağız canlarım
Ben her hafta ondan bir bölüm yayınlayacağımmmm
Siz de bu arada heyecanla bir sonrak haftaki bölümü bekleyeceksinizzzz !!!! :))))
(Kızlar siz Aşk-ı Memnu izliyo olun mesela.''Behlül's next move,what's gonna happen this time ?'' tarzında)
(Erkekler siz de Kurtlar Vadisiiiii ! Evet evet mükemmel.''Aman be Polat be ,ah be abicim be naaptın yia sen ni yaptin sennnn !? '' )
Evet,sevdim ben bunu.
Hadi böyle olsun :)
''UTOPIA'''mın bu haftaki bölümü : yarım saat sonra sizlerleeee :)
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Artık İkisi de Gelmiyor-Hikayem
Bu hikayemi 2011 kışında ''gençlerin duyarlılığı'' konulu bir yarışmaya yollamak istemiştim ama öğretmenim hikayeyi geri vermediği için bir türlü nasip olmadı yollamak :/
Ama kısmet bugüneymiş,şimdi sizlerle paylaşmak da bana aynı mutluluğu yaşatıyor :)
ARTIK İKİSİ DE GELMİYOR.
Tek bir gözyaşı yoktu. Hayır ,hayır. Vardı. Sağ yanağının üstünde ıslak,küçücük , minnacık bir damla.Çok küçük , çok hafifti ama.Varlığından haberi yoktu öğretmenimin.Ama ben görmüştüm.Az önce ben uğurlamıştım ya onu..Ondan olacak.Şaşırmıştı ilk gördüğünde,ilk duyduğunda .Anlayamadı tabii , olasılıksız geldi herhalde.Ama böyle işte.Olasılıklar hep var.Ne kadar acı olsalar da.Öyle olacak ki olasılıksızlıkların bana sunduğu bu dipsiz acıyı o da hissetti ucundan.Şöyle bir göz ucuyla baktı ya da. Ama biliyorum. Şu kapıdan çıktığından beri, birkaç saniye olmadı henüz, o da artık acımın bir parçası. Benim sevgili öğretmenim. benim öğretmenim. İlk öğretmenim, en iyi öğretmenim.
Ya ben?
Ben kim miyim?
Hepsiyim ben.
Hiçbiriyim.
Ama biri değilim işte.
Asla da olmayacağım.
Biliyorum.
--
6 ay önce:
O güne dair aklımda tek bir görünüm kalmış. Hareket eden bir fotoğraf karesi gibi . Delik deşik tahta sıranın üzerinde hangi köşeye koyacağıma bir türlü karar veremediğim titreyen ama deli gibi titreyen ellerim. Nasıl korkmuşum meğer. Ya da heyecanlanmış mıyım aslında? Bilmiyorum. Ama ilk kez avucum o gün terledi bunu biliyorum. parmak uçlarımın o denli düzensiz ve hissiz titrediğini ilk defa o gün hissettim. Uzun kara kirpiklerimden, incecik ucuz kumaştan bölük pörçük kesilerek ayağıma uydurulmuş pabuçla köyün ta sınırında kalan o kocaman 4 dönümlük tarlada oradan oraya koşmaktan parça parça olan kesik kesik kalmış ayak parmaklarıma kadar akıp giden öyle şiddetli ve derin bir yanmayı ilk kez o gün hissettim. Sanki hayatım değişecekmiş gibi.Belki de değişirdi? Onu şimdi öğrenemeyeceksiniz. Daha gelmedik.Evet ya,belki de değişirdi.Neden olmasın? Hep okurdum öyle hikâyeleri. Özellikle öylelerini. Fakir ve masum köy çocuğu , hatta minik bir ‘kardelen’ , iyi yürekli Türkçe öğretmeni tarafından keşfedilir.Hayatında eline gelip geçebilecek en büyük fırsatı yakalar. İyi eğitimli, kibar ve kültürlü bir genç kız olur. Sonra da diğer kardelenlere rol modeli olur.. İdol olur adeta. Şimdi böyle basit bir şekilde anlatınca sanki buna pek inanmıyormuşum, hatta hiçbir zaman inanmamışım gibi gelecek. Ama öyle değil. Değil. Kimse, hele televizyonun karşısında çayını yudumlarken ‘ ay canım, zavallım, hadi şu 2323 ye mesaj atalım da bir iyilik olsun . sevaptır’ azınlığından kimse, yaşadıklarımızı,hissettiklerimizi anlayamaz.Her yeni güne ışıl ışıl bir umutla başlarız evet,yani orası doğru.Ama gerçek olan bir şey daha varsa o da,hiç göremediğimiz o denizin ufkunda batıp giden güneşle geçen ve kararan her bir gecenin başında,sert tahtanın üzerinde uzanıp , yanaklarımı acıtan soğuğa karşı koymaya çalışırken ,sabahın köründe bir tebessüm ettiren,yani en azından gözyaşlarına karşı koyan o ‘umutlar’dan eser kalmadığıdır. Neden mi? Çünkü hiçbir şey değişmemiştir.Yazın en kurağında ince parçalanmış pabuçlarımın arasından sızıp tenimi yakan sıcak aynı sıcak.Kışın en acımasızında,’okul yolunda her gün bizi ölümle yüz yüze getiren o dondurucu soğuk da aynı soğuk. Peki o okul dediğimiz taş bina? Taş demek biraz gelişigüzel olur. Yani biraz fazla üstü kapalı olur. Neyse işte o okul var ya , kilden mi kireçten mi taştan mı topraktan mı nedir.. İşte o gizemli bina da aynı. Neden mi gizemli? Bilmem, belki öğretmen olmadığı içindir. Ya da en ufak bir canlı , yaşam belirtisi gösteren tek bir ışıltı,bir ses , bir renk olmadığı içindir. Ya da bilmiyorum hiçbir şey öğrenemeyeceğimi, bana hiçbir şey katmayacağını , yine kitapsız , sözsüz,müziksiz , sap sade , dupduru bir gün geçireceğimi bile bile,(Ama tüm bunlara rağmen hala neden gittiğime anlam veremeden) gittiğim için belki de. Ya da sabah yanıma aldığım o beyaz ipince kağıda benzer şeyin günün sonunda yine bomboş kalacağını bildiğim halde gitmem mesela. Genelde korku filmleri böyleymiş ya. Bizimki de ondan farksız değil ..
Evet, o gün. Sevgili öğretmenimle, Öğretmen Selim Tarınca ile ilk karşılaştığım gündü. Ama önümüzde uzun ve bir hayli ilginç bir ‘zaman dilimi’nin olacağını hiç tahmin etmemiştim. Bizleri arada ziyaret eden birkaç yaşlı,pos bıyıklı,hafif göbekli adam olurdu. Ben de onu bu gruba dahil ettim hemen kafamda. Her ne kadar o daha gencecik, ışıl ışıl ve oldukça cılız olsa da. Sonra anlaşıldı zaten.Genç adam bizim öğretmenimiz olacakmış. Eğitim gördüğü alan matematikmiş meğer. Zaten yeni de mezun olmuş. Yepyeni, çok genç daha dedim ya. Bu arada Selim Öğretmen bize sadece matematik değil, hayat bilgisi öğretecekmiş . Ama öyle fotosentezli olan hayat bilgisi değilmiş bu. Öyle dedi. Bu hayat bilgisi gerçek hayatmış. Yaşıtlarımız da şuan büyük , modern şehirlerde hayatı öğreniyormuş meğer. ‘Yaşıtlarınız’ derken hangi yaş gruplarını kast etti hala bilmiyorum: Çünkü bize ‘yaşıtlarınız’ diye bir şey yoktu. Öyle karışıktı ki her şey,o kadar iç içeydi ki her bir hayat , artık ne yaşı kalmıştı ne cinsiyeti ne aklı ne usu. Her şey iç içeydi, birbirine sıkı sıkı bağlıydı her çemberi zincirin. Tutunuyorduk sımsıkı ,evet. Ama tutunurken ellerimizi yakacak, kesecek kadar niye bağlanıyorduk bu zincire, ne vereceklerdi bize bu ‘sımsıkı tutunma yarışması’nın sonunda bilmiyorduk. Ve en önemlisi nereye kadar dayanacağımızı hiç bilmiyorduk…
--
5 ay önce:
1 ayı çoktan geride bırakmıştık. Selim Öğretmene alışıyordu çoğu. Ama alışamayan da vardı tabii. Mesela ben . Neden alışamadım bilmiyorum. Ama kendime bulduğum tek bir bahane vardı. O gün, o bahsettiğim o ilk günde Selim Öğretmenin gözlerinde güven ve şefkat aradım. Kendinden emin olma bakışını aradım. Ya da özgüven diyeyim, daha modern dursun. Ama onun yerine gözlerinde ne mi buldum? Korku, endişe, tereddüt. Pişman gibiydi geldiğine. Garipsedi bizi, çok belliydi. Yeterince güzel değildik herhalde. Yoksa yeterince dik mi durmuyorduk? Önlüklerimiz kirli miydi? Aslında benimki kirli de değildi, özenle hazırlamıştım önlüğümü ben. Özellikle bir önceki gece eve gelir gelmez yıkadım onu. Çünkü söylemişlerdi yeni bir tayin yapıldığını taş binaya. Ben de yine umutla doldum. Hatta öyle ki, yalnızca sabahları uyanıp, karanlık gökyüzüne baktığımda, gelen günün heyecanı üzerime bastığında yanıma uğrayan umut, ilk defa akşamüzeri gelmişti yine. Hoş gelmişti de aslında. Keşke hep gelseydi. Neyse. Ben yıkadım onu işte. Ama yeterince düzleştiremedim. Ütüye benzer ilginç bir alet var evde. Ama pek ütü görevi görmüyor ne yalan söyleyeyim..Annem, babam ve üç büyük abim için özellikle köye iniyor her hafta onların kıyafetlerini düzgün yapmak için. Ama bizimkileri taşıyamıyormuş. Öyle dedi. Bilmem.
--
4 ay önce:
Selim Öğretmen kalıcı galiba. Hafiften göbekli, pos bıyıkları terleyince elleriyle onları daha da çirkin bir hale sokan, orta yaşlı o diğerleri gibi değil. Buna karar verdim artık. Belli ki kararlı burada kalmak konusunda. Ama neden hala korkuyor? Tamam belki gözlerindeki korku bazen yok oluyor gibi . Ama asla tam olarak sıyrılmadı o bulutlu gözlerinden, düşünceli titrek hallerinden. Oysa o bizim kurtarıcımızdı. Yani öyle olmalıydı. Hakkımızda yazılan kitaplarda, konu edildiğimiz kısa duygu yüklü reklam karelerinde öyle deniliyormuş. Peri masalı gibi hani. Bir kurtarıcı var . Bir de kurtarılan. Bizim durumumuzda kurtarılanlar daha doğrusu. Ve tabii bizim yörede de ‘kardelenler’ . Peki, öyleyse sayın seyirciler, ben bir kardelenim. İşte tam burada. Taş binada kurtarılmayı bekliyorum.
--
3 ay önce:
Bilmiyorum öğretmenim. Çok endişelisin. O kadar da korkunç değiliz aslında. Baksana ne kadar açız biz. Bilgi açıyız adeta. Özlüyoruz, hasretiz öğrenmeye, eğitilmeye, yoğrulmaya. Biliyorum daha pişmedi hamurumuz belki de daha mayalanmadı bile. Ama ümidi bu kadar da erken kesme lütfen. Lütfen öğretmenim. Kurtarılmayı bekliyoruz. Sen de biliyorsun.
Selim Öğretmen yaklaşık 12 haftadır burada. Taş binadaki bu dondurucu sınıfın içinde o da, bizimle birlikte. Ama morali bozuldu biraz. Korkusu da geçmedi hala. E tabi o yazın ardından geldi hemen. Daha gerçek yüzünü göstermemişti bizim buralar. Sonbahar yaprakları yoktur bizim köyde belki ama… Ama kış da böyle karanlık bir ruh gibi çöker başımıza, felç eder hayatı, insanları… Ama biz alıştık öğretmenim, öğrendik yaşamayı. Ayaktayız yani en azından. Ona da şükür ya.
Ama sen bilmezsin tabi öğretmenim biraz ürktün. Doğaldır, alışırsın belki. İnşallah alışırsın. Hatta benimsersin de…
Gitme öğretmenim.
--
2 ay önce:
16 hafta oldu. Artık sabahları ziyaretime gelen umut, beni akşamları da yoklar oldu. Sevdi galiba beni. Öğretmenim geldiğinden beri , ona da bir haller geldi. Çırpınıyor. Küçücük çok minik daha ama .. Sevdi o bu ziyaretleri… Belli her halinden. Ama ikinci ziyareti kısa sürüyor yine de. Ziyaret bitince de , başka bir şey ..çok tanıdık başka bir ziyaretçi kapıma dayanıyor. Zorluyor hep. Dinliyor beni çok belli. Kulağını uzatııııp, bekliyor öyle sinsi sinsi. Nefesimi tutuyorum ben de. ‘Hayır’ diyorum. Alt edemeyeceğini anlayınca da çekip gidiyor. Ama ben bu sırada ölüp ölüp diriliyorum. İşte beni böyle sarsıyor ‘korku’
Neyin korkusu mu?
Her şey bu kadar yeniyken ve ben bu kadar umutluyken, her şey eskisi gibi olur da,ben ‘kurtuluş’ fikrinden elimi ayağımı iyice çekerim ama bu sefer bir daha hiç oralara dönmemek üzere çekerim diye korkuyorum. Yani ya ben de tutsaklardan biri olursam? Ya her şey o tv ekranında gösterdikleri gibi olmazsa? Ya bir şeyler ters gider, bir düğüm tüm ipliği toz duman ederse??
1 ay önce:
Korkum geçiyor sevgili umut. Artık bir tek sen varsın hayatımda . Ne mutlu bana. Sen ol , diğer hepsi gitsin umurum değil. Ama sen ol, e mi umut?
Ah belalı korku, bir de öğretmenimin peşini bıraksan?
Ne zaman bize sevgiyle sarılacak ne zaman benimseyecek bizi, ah korku?
Bilmiyorum, söylemesi zor. Bir şeyler ters gidecek. Hissediyorum.
Bugün:
Tek bir gözyaşı yoktu. Hayır hayır. Vardı. Sağ yanağının üstünde ıslak,küçücük , minnacık bir damla.Çok küçük , çok hafifti ama.Varlığından haberi yoktu öğretmenimin.Ama ben görmüştüm.Az önce ben uğurlamıştım ya onu..Ondan olacak.Şaşırmıştı ilk gördüğünde,ilk duyduğunda.Anlayamadı tabii , olasılıksız geldi herhalde.Ama böyle işte.Olasılıklar hep var.Ne kadar acı olsalar da.Öyle olacak olasılıksızlıkların bana sunduğu bu dipsiz acıyı o da hissetti ucundan.Şöyle bir göz ucuyla baktı ya da. Ama biliyorum. Şu kapıdan çıktığından beri, birkaç saniye olmadı henüz, o da artık acımın bir parçası. Benim sevgili öğretmenim. Benim öğretmenim. İlk öğretmenim, en iyi öğretmenim.
Az önce bizi ziyarete geldi. Çok şaşırdım. Ama nasıl sevindim bir bilsen umut. Artık senin varlığına tamamen inanıyorum. Onca kilometreyi tepmiş, tüm engebeli yolları, taşlı karlı vadileri arkasında bırakmış benim öğretmenim. Tabii o rahat ,sıcak arabasıyla tepti o taşları,toprakları ..Benim gibi tabana kuvvet değil pek ama önemli olan o değil. Meğer aylardır benim meraklı ve bilgi açlığı içinde bakan gözlerimin o da farkındaymış. Merak etmiş o da. Kimdir bu küçük kız? Nerededir, ne yapar ne eder?
İyi ki etmişsin merak Selim Öğretmenim. Senin sayende biliyorum artık, ‘kurtuluşum’ mümkün. Hepimizin mümkün.
Taş bina değil artık, ışıltılı okullar..uzun pırıl pırıl koridorlar..sıcacık ..ama sıcacık sınıflar bekliyor beni . Belki de kısa, çok kısa bir süre sonra orada olacağım. Karanlıkları arkama , geleceğimi önüme alarak..Sağlam adımlarla..hep ileri derler ya . Aynen öyle işte..
Ben hayallerimin arasında adeta süzülürken, Selim Öğretmenimi unutmuş olacağım ki kapıda zıplar gibi hareketler yapmaya başladı. Üşümüş meğer. Haklı tabii. Arabadan kapıya gelirken bile donar insan bu havada.
Aldım Selim Öğretmenimi içeri.
-Buyurun Öğretmenim, sedire geçin köşede, en yumuşak yer orasıdır. Annem sıcak torbaları ,poşetleri de hep oraya koyar ki hem rahat hem sıcak bir köşe olsun nolur ne olmaz diye.İşte işe yaradı şimdi ..(gülümsedim ürkek)
- Zahmet etmeseydin. Ziyaret etmek istedim seni. En meraklı öğrencimi, haftalardır hiç bıkmadan, çıtı çıkmadan pür dikkat beni izleyen küçük deha. Biliyorum çok zekisin.
-Öyle miyim Öğretmenim
-Tabii biliyorum yaptığım küçük imtihanlarda anlıyorum ben bunu.
-Sağ olun Öğretmenim. Size çay yapayım. Bir poşet vardı. Ben yokken babamla konuşabilirsiniz. Ancak size cevap vermeyebilir. Endişelenmeyin vermezse. Kendisi… Rahatsızdır biraz.
(Öyle olacak ki Selim Öğretmen sedirle aynı renk olan siyah battaniyenin altında uzanan gözlerini tavana dikmiş olan babamı fark etmemiş. Görünce epey şaşırdı. E tabi sesi de çıkmıyor babamın. Yok gibi zaten orada. Biraz da karanlıktır o köşe hep… Neden bilmiyorum)
- Baban mı o? …
- -Evet Öğretmenim..
- Neyi var? Ne rahatsızlığı var?
- Babamda kötü hastalık varmış öğretmenim. Ablam demişti bana da.
- Ablan da mı var ? O nerede peki?
- Evet , evet.. İki ablam vardı hatta ..
- Vardı? Neden öyle konuştun?
- Büyük ablamı benim yaşımda evlendirmiş babam, yani daha hasta değilmiş o zamanlar. Köyün zengin ağalarından birinin oğluyla evlenmiş meğer. Ama sevmemiş ablam onu hiçbir zaman. Ablam şuan nerede bilmiyorum, yaşıyor mu pek bir bilgim yok o konuda da. Bildiğim tek şey bunların ben doğmadan önce olduğu. Bir şey sorduğumda da kimse bir şey anlatmazdı bana zaten. Küçük ablam anlatmıştı bunu da zaten.
- -Küçük ablan? o nerede?
- O da burada değil artık. Geçen sene çok soğuktu Öğretmenim. Kış çok karaydı, acıydı. Biraz sancılı geçti bizim için. Ama acıya alıştık herhalde. Artık kurşun işlemiyor bize. Kaybedecek bir şey kalmamış. Annem hep öyle der. O da şimdi kasabaya gitti yakınlarda var bir tane. Haftanın bir günü geliyor ya zaten. Diğer günler temizlikte orada bir evde. Yemek getiriyor babamla bana. Bir de orada yaptığı ütüleri getiriyor. Babam hep yatıyor belki ama pantolona ihtiyacı var. E benim de mavi önlüğüm var tabi. Sağ olsun onu getiriyor en azından. Ama evi temizlemeye vakti olmuyor. Zaten burada da kalmıyor ya. Babamın teşhisi konduğundan beridir kalmıyor bu evde. Büyülü o ev diye dedikodu çıkmıştı köyde geçen yaz, o da geldi geçti çok şükür. Ama annemin bundan da haberi olmadı tabi. Malum o biraz uzak kaldı.
- Anladım..Hiç duymadım ben bunları . Çok ilginç. Çok sarsıcı. Sen küçücüksün. Minnacıksın daha. Nasıl olur? Nasıl olur almıyor aklım.
- Bak ne diyeceğim… Çayı koyma. Yarın okulda görüşürüz canım. Kendine iyi bak. Babana da iyi bak. Birbirinize ihtiyacınız var.
- Peki Öğretmenim. Otursaydınız. Daha sıcacıktı çay
- Başka bir zaman canım.İyi geceler..
- Peki Öğretmenim .. Size de …(anlamamıştım. Korkmuş muydu ?)
1 hafta sonra:
Ertesi gün Selim Öğretmen okulda değildi. Birkaç gün sonra onun sabah köyü terk ettiği haberi geldi taş binaya. Yıkıldık. Yıkıldılar.
Ben yıkılmadım. Çünkü benim için her şey..Her şey bitmişti..
Anlamıyordum. Neden?
Beni ziyarete geldi? Ailemi gördü.(yani en azından babamı)
Evimize gelecek kadar kibar biriymiş meğer diye düşünmüştüm. Ne olmuştu peki?
Ne olduğunu birkaç gün önce, köy kahvesinin önünden geçerken duydum . (malum köy kahvesi ayaklı gazete bayisidir)
Meğer Selim Öğretmen hiçbir zaman istememiş burada olmak. Gidecekmiş zaten. 6 ay dayanmış olması bile mucizeymiş. Öyle gariban falan da değilmiş hani. Ailesi oldukça varlıklıymış. Üniversitede başına açtığı belalar artık son raddeye gelince, büyük babası ona hoş bir sürpriz hazırlamış :
‘’ seni doğduğum köye, dünyadan, bu dünyadan çok uzak bir yere göndereceğim. Benim yaşımda bir ağanın yanında kalacaksın orada. Bak gör bakalım nasılmış oralar, o insanlar, o dünya, dünya diyeceksen oraya, insan diyeceksen onlara tabii …’’
Selim Öğretmenim de üniversite kaydını dondurduğu gibi buraya atmış kendini, ne kadar kötü olabilir ki, demiş. Ama gördükleri ve işittikleri dilini yakmış adeta.
Gelelim benim kapıma nasıl geldiğine ,neden geldiğine..
O akşam ona bahsettiğim dedikoduları duymuş selim öğretmenim. Meğer yazın kapanmamış o ‘’büyülü ev’’ mevzusu
O da gideyim bir göreyim demiş.
Ama bir şey diyeyim mi Selim Öğretmenim,
Hiç iyi yapmamışsın.
Ya da iyi yapmışsın aslında.
Sayende, senin sayende Sevgili Öğretmenim,
Ben bir kez daha anladım , ‘kurtuluş’un var olmadığını, olsa da benim, bizim yanımızdan bile geçmediğini.
Yine senin sayende sevgili Öğretmenim,
Hafifledim ben.
Neden mi?
Hani vardı ya benim iki ziyaretçim.
Biri sabah, biri akşam gelirdi.
Artık ikisi de gelmiyor.
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
Şiirlerim-Anneme.
1 Ağustos 2010
Kırmızıdır tutkusu olanlar
Renk cümbüşünün içindeki;
Bana gelince...
Bazen de öyle bir gün gelir ki,
''Bu şiir anneme benden bir hediye,
beyaz olan anneme.''
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
HANGİ TAKIMI TUTMALI?
Nefret ediyorum der bazıları
Bir kısımsa ''hoşçakal''
Diğerleri umursamaz,reddeder
Hangi takımı tutmalı?
Kırmızıdır tutkusu olanlar
Nefreti duyumsayanlar
Liladır,çok açık liladır vazgeçip gidenler
Hangi takımı tutmalı ?
Renk cümbüşünün içindeki;
Görünsem mi görünmesem mi diye ikileme düşmüş,
Silik ve siyah bir noktadır son grup.
Savaşmadıkları,her yönüyle kabullenemedikleri için hayatı.
Hangi takımı tutmalı?
Bana gelince...
Ben beyazım
Nefretimi de,sevgimi de saklamam,kitlemem kalbime
Bağırır çağırırım tutkuyla
Aynı tutkuyla severim de.
Elimde hep ayna tutarım içimi yansıtan,
Beni anlamak isteyen olursa diye.
İşte bu yüzden beyazım ben,
Aynama yansıyan berrak bulutlar gibi.
Kaçıp giderim bazen,
Her şeyi,herkesi bırakıp.
Ama öyle bir giderim
Öyle vedalaşırım ki herkesle
Kimse anlamaz
Kırgın mıyım
Huzurlu mu
Bu kimsenin çözemediği gizemli tavrım,
Kırgın gözlerim ve narin duruşumdan aldım rengimi.
Beyazım ben...
Bazen de öyle bir gün gelir ki,
Gittiğim yeri
Rotamı
Amacımı
Ve tüm o ayrıntıları,
Sorgulamaktan,didiklemekten sıkılır
Akışına bırakırım hayatı
Yarışmaktan,savaşmaktan bıkar,vazgeçerim
Bir beyazın göründüğü gibi
Tarafsız,tepkisiz ve soyut
Bir tavır okunur gözlerimden,dudaklarımdan
Ve ellerimden...
Ama yine bir gün gelir ki
Bir yıldırım misali,
Derin ve alaycı bir ses
Kükrer bilinçaltımda
Bana sessizce fısıldar
Mücadeleden
Ve savaşmaktan vazgeçmeyeceğimi hatırlatır tekrar
Mücadeleden
Ve savaşmaktan vazgeçmeyeceğimi hatırlatır tekrar
Bilgece hatırlatır...
Bir beyaza yakışır olup,
Tüm narinliğim ve bilindik heyecanımla,
Yüzümdeki huzurlu tebessümle,
Hayata
Kaldığım yerden bu kez daha da sıkı sıkıya
Sarılırım ben de,
Tüm hücrelerimle.
Ben böyleyim işte.
Çözülmesi zor,
Siz kafa yordukça gizemi artacak,
Anlamaya çalıştıkça anlaşılması zorlaşacak,
Peşinden koştukça,ürküp 1 adım geri atacak,
Hakkında hep konuşulacak,
Ne olursa olsun hafızalarda yer tutacak,
Ve her gittiği yerde,
Dikkat çekecek,
Bir sır,
Bir tutku,
Bir serçeyim ben özgürlüğüne düşkün.
Çünkü ben
Beyazım.
''Bu şiir anneme benden bir hediye,
beyaz olan anneme.''
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)