Dedem Hasan Karavit,1 sene önce kaybettik.
Bu neşeli blog sitesinde böyle hüzünlü bir bölüm paylaşmamın nedenini ve amacını soruyorsunuz değil mi ?
Evet,duyar gibiyim sizi.
Dedeme ,mavi boncuguma yer veriyorum cünkü..
O bir insanın sahip olabileceği en tatlı,en asil,en gururlu,en zeki,en aydın,en parlak kişiydi.
Onu sadece 15 sene görebilmiş olmanın hüznü,onunla en azından vakit geçirebilme ve apaydınlık fikirlerini ucundan da olsa öğrenebilme,onun ışığının parıltısını cok cok uzaktan yakalayabilme şansına erişebilmiş olmanın verdiği mutluluğun gölgesinde kalıyor.Daha 17-18 yaşlarıda gencecik bir delikanlıyken Bulgaristan'daki yuvasından kaçıp İstanbul'a gelmiş.Yakışıklılığıyla genç kızların yüreklerini sızlatmaya,kendine yepyeni bir dünya kurmaya,kendini İstanbul'a,Beyoğlu'na,Türk Hava Yolları'na,Avrupa'ya ve onun gibi olan tüm aydınlara,kanları damarlarından süratle heyecanla , hararetle akıp giden tüm diğer genç beyinlere.
İlk durağı ünlü bir fransız sirki olmuş.Orada hayvanlarla konuşmayı,ip cambazlarının dehşet verici hikayelerini dinleyip,daha büyük cok daha büyük hayaller kurmayı,ve 'gercek macera'nın ne demek oldugunu öğrenmiş.
Sonra inadından asla taviz vermediğinden,kendi kalıplarına uymadığı,kendi doğrularına yakışmadığı için sirkteki işinden istifa etmiş.Peki maceraları bitmiş mi? Sizce? Tabiki hayır,işin aslı yeni başlamış her şey.
Bu sefer İstanbul'u keşfe dalmış mavi boncuk.Beyoğlu'nun şık kadınlarına hayran kalmış,Sultanahmet'in tarihine,büyüsüne kapılıp kapılıp durmuş,Edirne'de yaşadığı küçük kasabadan,büyük ama bir o kadar da gerçek hayattan uzak konaklarından ve geniş,eski toprak ailesinden görmediği çok farklı bir şey görmüş İstanbul'da.Sokaklarında,binalarında,tarih kokan parklarında,eldivenleriyle fötr şapkalarıyla dolaşan şık cemiyet insanlarında..Gördüğü şey , aşkmış. Ama bu bahsettiğim bir bayana olan aşk değil,ya da ünlü bir aktrise olan hayranlık değil.Yaşam aşkı,sanat aşkı,iş aşkı. Bu garip şehirde herkesin yetişeceği bir yer,uğraştığı bir iş,mutlu etmesi gereken bir bekleyeni varmış.Herkeste bir aşk bir heyecan varmış.Ve bu heyecan mavi boncuğu büyülemiş.Hemeen beyoğlunda tek oda tek salon bir daire bulmuş kendine.Ona yetiyormuş bu sade ev. Ne eksiği varmış ki zaten? Bir tabure,bir döşek,bir başucu lambası ,küçük bir ocak .Ona öylesine yetiyormuş ki bu sadelik,kendine uygun bir iş bulup çırak olarak çalışmaya başladığından beri ihtiyacı olan miktardan fazla para kazanmış olmasına rağmen ,hatta o parayı çoktan biriktirmeye başlamış olmasına rağmen onu harcamamış,sanki bir bildiği varmış gibi , gelecekle ilgili planları varmış gibi tutmuş bir kenarında. Peki gerçekten gelecekle ilgili bir planı var mıymış ? HAYIR ! Mavi Boncuk,gelecek planı kurabilecek en sonda gelen kişiymiş aslında.Hayatı maceradan ibaretmiş.Onu hayatta mutlu eden asıl şey,sabah uyandığında , gözlerini tavana dikip şöyle bir gözlerini kapadığında ' bugün ne olacağını bilmiyorum. Hayatı yaşanabilir kılan şey de bu değil mi zaten ? ' dermiş her sabah. O yüzden plan onun en son yapacağı şeymiş,hele o genç yaşında. Sonra bizim mavi boncuk,bir sabah yine uyanıp gözlerini tavana diktiği sonra usulca gözkapaklarını birbirine kenetlediği sırada tam hergünkü o büyülü cümlesini kuracakken ''bugün ne yapacağımı...BİLİYORUM!hazırlanacağım,bir seyahate hazırlanacağım.'' Ne seyahati olduğunu okuduğunuzda büyük ihtimalle ''yok artık,sen kimi kandırıyorsun öyle turuncu?!!'' diyeceksiniz,ama inanın yazdıklarımın hepsi yaşanmış ,gerçek olaylar.Dİkkat edin Türk Dizilerinin altında yazan (bkz.Aşk-ı Memnu,Halid Ziya Uşaklıgil'in ölümsüz eseri...'nden (şimdi minicik ufacık tefecik bir altyazı ile,ki göz problemi olmayan insanın bile epey kasması lazım okumak için,ben televizyon ekranına yapışmıştım hatta.) )''esinlenilmiştir'' demiyorum.Bizzat kendisidir.Odur.Mavi Boncuk'tur.Neyse gelelim boncuğun seyahat hevesine..''Ben İstanbul'dan çıkacağım ve Mısır'dan Suriye'ye gideceğim.Bunu tek başıma yapacağım''demiş.Tam o sabahın köründe buna karar vermiş ve çalıştığı mağazadaki çıraklık işine son vermiş.Hazırlanmaya koyulmuş.Bir sırt çantası,içinde battanyesi suyu,birtakım gerekli erzak vsvs . Hazırlığı da bitmiş,koyulmuş yola...Bu arada seyahati esnasında kullandığı ulaşım aracını da belirtmek isterim:bisiklet. Bildiğimiz,2 tekerlekli,insanların genelde sahilde sabah sporu yaparken bindiği,ilk kez 1791'de Sivrac adında bir amcamızın yarattığı gariban binek aracı..Onun bu planını duyan , kendisi gibi maceraperest 3 delikanlı daha ona katılmak istemiş.''Bizi de al '' demişler kısaca.Çıkmışlar 4 deli yola.Seyahatlerinin başlangıç noktası İstanbul olduğundan,tüm Anadolu'yu bisikletle keşfe dalmışlar bu arada.Görmedikleri köyleri,eşi benzeri bulunmayan misafirperver,has mı has Anadolu insanını yakından tanımışlar.Mavi Boncuk bana bunları anlatırken bir yerde duraksamıştı ve şöyle demişti (ben daha o zamanlar 7-8 yaşlarında olduğumdan Türkiye'nin hangi bölgesi ,Anadolu'nun hangi bucağı,hangi köyü olduğunu cok iyi hatırlayamıyorum takdir edersiniz ki ) : '' orada kana kana içtiğim ayranın,parmaklarımla beraber yediğim o zeytinin tadını ne en lüks restoranda,ne yurtdışında yedim.İnanılmazdı.'' Bizimkiler karınlarını orda burda,birilerinin hoşgörüsüne hatrına doyurup bir şekilde idare etmişler ve sonunda gelmişler Suriye sınırına.Geçmiş 3 hafta 1 ay başlangıcın üzerinden.Sinirler bozuk,herkes yorgun,vücutlar zayıflamış,bitkin düşmüş.Suriye'ye de gelinmiş,tanımadıkları garip mi garip bir ülke.Neyse demişler diğer 3ü biraz daha dayanırız olmazsa döneriz.Ama Mavi Boncuk'ta tık yok.O son sürat devam ediyor yolculuğuna karar vermiş ne kadar yorulursa yorulsun,yolculuk ne kadar uzun sürerse sürsün bitirecek o yolu.Şaşırmış diğerleri , ne bu hırs demişler ona.Mavi Boncuk : ''Hırs değil dostlarım,merak. Memnun değil misiniz şu ana kadar? Bakın kimlerle tanıştık,nereleri gördük,neler tattık ? Pişman mısınız Allah aşkına?'' ''Değiliz de Hasan, yorulduk be abi !'' böyle mırın kırın etmişler azıcık sonra mecburen yola devam. Sonra Suriye'ye geldiklerinin ilk gününün akşamı bu kaprisli 3lü bir pansiyona gitmeyi önermiş . Mavi Boncuk kabul eder mi,inatçı bikere ,istemiyorsa kimse onu zorla bir yere sokamaz ! '' Ne gideceğim elalemin pansiyonuna yahu? Gelin buluruz biz kurulacak bir yer.Dert etmeyin.Boşuna zaman kaybı,para kaybı orda kalmak .Nasılsa erkenden yola çıkacağız.'' Böyle diyince tabii,bizim bu kaprisli 3 genç yummuşlar gözlerini başlamışlar konuşmaya: ''Yahu sen ne biçim adamsın? Yorulmaz mısın sen ne bu hırs? Alt tarafı bir gece pansiyonda kalacağız ne zararı var sana? Öldürecek misin bizi abicim?'' Tam o sırada Mavi Boncuk kendine , delidoluluğuna yakışır güzel bir konaklama yeri bulmuş : 'mezarlık' . Şaka değil yani mezarlık,bildiğimiz rahmetlilerin yattığı,belirli aralıklarla siyahlara bürünüp ellerimizde (genelde) kırmızı ve beyaz çiçeklerle ölmüşlerimizi ziyarete gittiğimiz anma yerleri.Ve tabii genelde insanların akşam saatlerinde önünden geçerken bile tüylerini diken diken eden,hafif ürperten bölgeler.Ama Mavi Boncuk'a ne yazar !! Ne korkusu arkadaş,zaten uyumaya gidiyor sadece. Uyuyacak , gerekirse rüyasını,olmadı kabusunu görecek,sabah horozcuklar ''ü-ürü-üüüü'' diye serenada başlamadan kalkıp binip bisikletine gidecek.Dimi ama ?
Ama bizim 3lünün canına tak etmiş artık. YUH demişler.Biz bu akşam pansiyonda geceyi geçireceğiz ve sabah da doğrudan geri dönüş yoluna koyulacağız.Sen delisin,mazallah başımıza her bela gelir senin bu atılganlığınla.Eee Mavi Boncuk'un canına minnet. ''Nası isterseniz dostlar'' demiş. ''Ben devam edeceğim,isteyen benimle gelir isteyen gelmez.Kimseyi Suriye'ye kadar yakasından tutup sürükleyerek getirmedik.Hepiniz kendiniz istediniz gelmek . '' Sonra bizim Mavi Boncukcugumuz devam etmiş yoluna.Ve tam 3 ay 2 günün sonunda bitirmiş yolculuğunu.Başarmış ! Eline ne mi geçmiş bu seyahatle ? Maddi anlamda tabikii hiçbir şey. Ama manevi anlamda anlatılması bile sakıncalı miktarda fazla şey,deneyim...İşte böyle hayatında önemli bir macera sayfası da kapanmış.Ama hemen ardından bir yenisi açılmış.
Bizim Mavi Boncuk sadece bisiklete binip,mezarlıkta yatmaktan ibaret değilmiş elbet.Kendisi lise terk olmasına rağmen,o devirde şuanda en iyi derecelerde olan üniversitelerden mezun olan arkadaşlarından bile fazla şey bilirmiş.Bir kere Mavi Boncuk ana dili olan Bulgarca'yı şakır şakır konuşurmuş,bunun dışında lisede sınıfının en parlak zekalısı / (aynı zamanda 'lise terk' olma sebebi olan en yaramazı :) ) olduğundan çok iyi İngilizce ve Fransızca konuşurmuş.Ortaokulda sınıftaki kafadarlarıyla okunması riskli ve tehlikeli olan siyasi dergileri okumaya başlamasından itibaren,eline geçen her romanı,her dergiyi,her makaleyi ve şiiri okumaya başlamış.Dünya Edebiyatı,Türk Edebiyatı hazinesi genişledikçe genişlemiş ve sadece okumak yetmemiş,yazmaya da başlamış.Benim gibi 15-16 yaşlarından itibaren genellikle tutuldugu genc kızlara yazdıgı ama cekingenliğinden ve gururlu,asil imajının onu geriye itmesinden asla sahibelerine ulaşamayan şiirler yazmış.Yoklukta,pahalı boyaları ve tuvalleri alacak parası olmadığından gazete kağıtlarını düzeltip , kesip biçip üzerlerine karton eklentileri yaparak,ordan burdan çıraklıktan bulduğu ayakkabı boyalarıyla resim yapmaya başlamış.Yani kendini her yönden geliştirmiş.Öyle geliştirmiş ki , onunla konuşan bir daha karşısından kalkmak istemiyormuş . Bütün gün,saatlerce onunla konuşabilirmiş bir kişi.(bunu bizzat o kişilerin kendi itiraflarından aktarıyorum)
20li yaşlarına gelen bu modern ve parlak genç , artık yavaş yavaş geleceği düşünmeye , hafiften ''plan'' sorgulamaları yapmaya başlamış . Ama nereden başlayacağını bir türlü bilememiş.Bilemediğinden bir süre boşluğa düşmüş.Hem yavaş yavaş hayata atılmanın verdiği sorumlulukları hissetmenin verdiği yük,hem de sanatçı kişiliğinin getirdiği romantik kişiliği onu yedi tepeli şehrin yüksek yerlerine , boğazına,Üsküdar'da kendine daha sonradan ' ilham getiren özel yer' olarak seçeceği tepelerden birine itmiş. Orada saatlerce oturur,İstanbul'un büyüsüne , gizemine kapılır.Karşılaşacağı belki de ilk andan kendini kaptıracağı güzel aşkını düşünmüş,henüz tanışmadığı güzel aşkını. Şiirler yazmış onu anlatan,kendini anlatan.İstanbul'u anlatan,yavaş yavaş özlemini hissetmeye başladığı Edirne'sini,yaşlı süt beyazı teni olan ,yüzündeki kırışıklıkların -muhakkak ki-arttığını bildiği kendisi gibi mavi-sari annesini,yıllarca 5 oğlunu ve karısını geçindirmek için hiç usanmadan çalışan emektar,yaşlı,yorgun babasını düşünmüş hep.Kendisine benzeyen,hepsi birbirinden yetenekli gencecik tazecik kardeşlerini,konaklarının mis kokan ağaçlarını,bahçesini düşünmüş.İlk kez özlemiş ,evet ilk kez. Bu özlem belli ki bir şeyin , bir badirenin habercisiymiş.Babasının.Toprağına kavuşan,yorgun vücudu ve yıllandıkça daralan kalbinin daha fazla dayanamamasıyle vefat eden babasının. Mavi Boncuk yıkılmış.Öyle yıkılmış ki,-öyle olmadığı halde- kendini evinden uzaklaştığı , herkesi geride bırakıp kaçtığı için öyle suçlamış ki geri dönememiş,babasını Üsküdar'daki o tepede anmış hep. Yazdığı her şiirde ondan bir iz yerleştirmiş ince sarı kağıtlarına.Gözyaşlarının düştüğü ince,sarı kağıtlarına.
Yaşadığı bu fırtınalı,duygusal dönemin akabinde ise adeta ona gelen bir süpriz niteliğinde mucizevi bir şey olmuş.
Başvurduğu bir işyerinden ona kabul mektubu gelmiş . Tabi böyle diyince oldukça normal görünüyor. -Mucizesi nerde bunun diyorsunuz,biliyorum,bekleyin.-
Bu kabul mektubunun geldiği yer Türk Hava Yolları imiş. Düşünün bir Türk Hava Yolları.Onun başvurduğu işkonuma 30 yaşın altında bir çalışan - özellikle de genç bir delikanlı asla- alınmazken,bizim çılgın Mavi Boncuk oraya kabul edilmiş.Sarışın,sülün gibi gencecik bir Bulgar oğlan.Hayata,-çalışma hayatı bakımından- ilk atıldığı yer maymunlarının yanında onları eğitirken gösteri yaptığı bir sirk sahnesiydi.Ama o yaşadığı onca şeye rağmen kendini geliştirip,taa Türk Hava Yolları'na kadar getirdi.İşte bu,onun zaferiydi.Otuduğu küçücük daire onun değildi.Şiirlerini yazdığı sarı kağıtları ustasından alıyordu.Gökyüzünü resmederken kullandığı boya-daha doğrusu ayakkabı boyası- bile ona ait değildi.Ama aklı onundu.Kaleme aldığı o sözcükler kendi dudaklarından çıkıyordu.Kalbi,onundu.Tecrübeler, onundu. Okuduğu kitaplar , artık onundu,kafasının bir yerinde yazılıydı.Ve her şeyden önemlisi ''alın teri'' onundu.Ve başarmıştı.Hayatını değiştirecek,yıllarını geçireceği,ilk kez lüksün ne demek olduğunu ona gösterecek,yaşlandığında onu garanti altına alacak ve rahata kavuşturacak o işi bulmuştu.Bulmuştu ve orayı olduğundan daha iyi bir noktaya getirmek için elinden geleni yapacaktı.Yapacaktı evet.Aradan aylar geçti.Neredeyse bir yıla yakın olmuştu başlayalı işe.Ona rağmen şimdiden lüksler,fırsatlar,güzellikler,kahkahalar,güzel parlak ayakkabılar,daha büyük bir daire sıralanmıştı kapısında.Çok çalışıyordu,haliyle karşılığını çok alıyordu.Bu arada aynı süre içerisinde Edirne'deki ailesine de ufak tefek -onların kabul ettiği kadar- yardım etmeye çalışıyordu.Her şey yoluna girmişti kısaca.Ama eksik olan bir şey vardı sanki...ya da ...BİRİ vardı.Yani yoktu.Biri miydi peki gerçekten eksik olan ? Evet , evet biriydi.Eksikliğini çok hissetmiyordu ama eksikti işte ..Öyle olduğunu biliyordu..Bu boşluk hissi ne zaman geçecekti,hiçbir fikri yoktu . Tek bildiği bir belirsizlik bulutunun etrafında dolaştığıydı. Ama kafasını buna takıp kendini üzmektense,bu düşüncelerini küçücük bir kutucuğun içine attı ve aklının ücra bir köşesine yerleştirdi . Üzerine de bir tahta astı: ''Orada kal,dışarı çıkma.O gün gelene dek.'' Sonra kendi aklının içinden çıktı ve önündeki Almanca evrakları müdürüne çevirmeye koyuldu. Evet,5. dilini de burada öğrenmişti. Almanca. Hep de çok iyi konuşuyordu.Onun bu hızına yetişen kimse yoktu o ana kadar. Gençlik,çeviklik,hırs,parlaklık,güzel bir dış görünüş,akıcı yabancı diller,aydınlık bir zihin,çalışkanlık ve pratik zeka . O iş için biçilmiş kaftandı ve kısa sürede terfi etti . Hak ettiğini almıştı.Çalışmasının ,disiplinin meyvelerini topluyordu artık.Ama bir yandan da işinin ona sunduğu avantajları kullanmıyor değildi.İş partileri,mesai sonrası buluşmalar,havaalanında( ki o zamanlar Türk Hava Yolları şimdi olduğundan çok daha saygıdeğer ve kaliteli bir eleman kadrosuna sahipti.Pilotlardan tutun hosteslere,freeshoplarda çalışan kasiyerlere kadar herkes adeta bir defileye cıkıyormuş gibi makyaj yapıp süslenirmiş,giyinip kuşanırmış,hem bayanlar hem erkekler oldukça güzel/yakışıklı ve bakımlıymış-yani şimdiki Dutyfree'deki somurtkan kasiyer ve parfümeri bölümünde yüzlerine rahatsız edici yapay bir gülümseme kondurmuş 'abartılı' hanımefendilerin tam tersiymiş o zamanlar- ee normal,30lu-40lı yıllardan bahsediyorum) Anlayacağınız,Mavi Boncuk yakasında moraller oldukça iyiymiş.
Ta ki , bir gün Mavi Boncuk ofisinden çıkıp ,elinde Lufthansa Havayollarının telgrafı ile yer hosteslerinden birine konu hakkında bir şey sormaya gidene dek..
Koridorda yürüyormuş Mavi Boncuk,ofisinden arkadaşı olan yer hostesinin kutu gibi küçücük camlı ofisine doğru..(kendi ofisiyle kıyaslandığında kutu gibi kalıyor işin doğrusu)
O sırada sağa sola bakınıyor,yakışıklı genci biri kesiyor mu diye,ee malum bakılmayacak gibi değil hani.
Kendine bakan var mı diye etrafı kolaçan ederken,solda kafasındaki şapkanın önünden uzanan fileli tülün kapattığı buğulu bir yüz görüyor..Çok buğulu,hayal gibi,hayır hayır...Rüya gibi..Geçip gidiyor aniden,belli acelesi var ..Hızlı adımlarla,hararetli bir şekilde uzaklaşıyor hemen oradan,arkasında Mavi Boncuk .Bakakalmış,anlayamamış ne olduğunu.Takip etse,ne diyecek ki ? ''Merhaba ben sizin buğulu yüzünüzü gördüm ,yani tam göremedim de , merak ettim yüzünüzü , acaba tahmin ettiğim gibi mi diye ... Yani bi bakıp hemen gidicem,rahatsız etmek gibi bi amacım yok merak etmeyin..'' Olmaz tabii,saçma ,oldukça saçma.Ee bi de Mavi Boncuk gururludur,öyle her gördüğünün peşinden koşmaz,çünkü kendi peşinden koşulmasına alışıktır o.Yürümeye devam etti,düşünceli . Bir melek gelip onu kollarından sıkı sıkı tutup sarsmış,tam geri dönüp karşılık verecekken,aynı melek yanağına pamuk gibi minicik bir öpücük kondurup koşarak ve uzaklarda biryerde aniden kaybolarak yok olmuştu sanki..Yaşadığı şey,ya da teknik olarak yaşamadığı şey buydu tam anlamıyla.Bir süre aklındaki gelgitlere,soru işaretlerine yanıt vermeye çalıştı ama bunların sonu olmadığını ve en önemlisi de ,sonu olsa bile kendisinin bir sonuca ulaşamadığını fark edince,düşünmekten vazgeçti.Ya da bu düşüncelerini o eski , tozlanmış kutusuna attı. Hani o hüzünlendiğinde,Üsküdar'ın tepesinde İstanbul'u izlerken aklına gelenleri sakladığı o minicik,bir o kadar da değerli kutusuna..Bakalım daha neler gelecekti o kutuya?Neler sığdıracaktı?Hepsini,her şeyi zaman gösterecekti ..
Mavi Boncuk hızlı çalışma temposuna,uzun mesai saatlerine ve iş sonrası arkadaşlarıyla katıldığı (çoğunu hava yollarının düzenlediği ) partilere ve zaman zaman dayanılmaz olan iş toplantılarına devam etti.Kafasını yaşadığı o hayal-gerçek-rüya-sarsıntı darbesinden sonra tekrar toplayabildiğine seviniyordu,bir yandan da görmediği bir kızın onu nasıl böyle darmaduman ettiğine anlam veremiyordu.Bir kısmınız bunu hayatın ona oynadığı bir oyun,bir kısmınız kader,bazılarınızsa sadece günlük hayattaki herhangi bir tesadüf olarak görebilir.Seçim tamamen size kalmış.Bana ise olayı olduğu gibi aktarmak kalıyor.Yorum ve ardından gelecek olan şaşırma/şok olma/''nasssssıııı yanniiiii ?olamaz yaa ,hayır yaaa,ben de istiyoruuuum '' ifadeleri,tekrar ediyorum,tamamen sizlere kalmış. Yine her zamanki gibi işyerinde geçen yoğun günlerden biriymiş.Bizim çalışkan Mavi Boncukumuz arkadaşlarıyla öğlen paydosunda havaalanında kahve içiyormuş,içlerinde o parti senin bu parti benim gezen bir arkadaşları varmış.Mavi Boncuk da diğerleri de onu çok severmiş,hakikatli çocukmuş Allah için,fakat biraz..mmm..çapkınmış .. ya da çapkın çok hafif bir sıfat kaldı bence..hınzır diyelim,nasıl?Tamam,karşılar.Evet bu hınzır delikanlı başlamış konuşmaya : '' Bugün sizi müstakbel nişanlımla tanıştıracağım beyler,onu zor ikna ettim buraya gelmeye,annesi oldukça disiplinli ve kuralcı bir hanımefendi ,henüz çok yakından tanıma fırsatım olmadı,ama ikna ettim sonuç olarak gelir birazdan'' Tabii tipik erkek muhabbeti dönmeye başlamış,''vaaay seni de evlendiriyoruz demek be kardeşim!Bugünleri de mi görücektik ! Bizim Mehmet evleniyor ha! (beyfendinin ismini hatırlamadığım için ''Mehmet''i uydurdum kafamdan) Hayırlı olsun şimdiden kardeşim! Çok sevindik valla ' Bizim çapkın/hınzır ( :D ) Mehmet'e bakın hele ! Vay vay vay ! Görelim bakalım yengemizi ! Sana layıktır güzeldir eminim ! Gelse de tanışsak yahuu ! '' (fark ettiyseniz her cümlenin/söylemin sonunda bir ünlem işareti var,yani özellikle okuyan erkekler de bilir ki , erkek muhabbetlerinde böyle herhangi bir küçük ve önemsiz de olsa,sanki dünyanın en büyük en mühim meselesiymiş gibi abartma eğilimi vardır.Nedendir bilmem,bir de erkekler hep bayanları suçlar 'her şeyi abartıp büyütmesen olmaz değil mi Suzaaan ?! Yani minicik olayı naaptın şu hale bak ! '' Hayır kardeşim,sizsiniz büyüten.Ben bizzat çocukluğumdan beri,daha doğrusu erkek-kadın muhabbetindeki ayrımı anlama olgunluğuna eriştiğimden beri gözlemliyorum bu konuşmaları , tipik kadın/erkek tavırlarını.Kabul edin işte,of.)-Kişisel fikrimi (aslında kanıtlanmış da neyssseee ! ) de belirttikten sonra bizim Mavi Boncuk'a geri dönelim,pardon nişanlısını havaalanındak iş yerine arkadaşlarıyla tanıştırmak için davet eden elemana dönelim..''Evet evet göreceksiniz zaten,bakın işte orada ,geliyor benim sultanım ! '' Masada oturanların bakışları , Mehmet'in gösterdiği köşeye yönelir.İlerden sarışın,yuvarlak hatlı,gözlerinde simsiyah oval camlı gözlükler olan,büyük dudaklı ,oldukça bakımlı ve hoş bir bayan..(Bu genç hanım gittikten sonra konuşulanlardan bir aktarma yapacak olursak,kendisi Türkan Şoray'a çok benzetilirmiş,hem de her gittiği yerde.) Erkekler oldukça etkilenirler onun güzelliğinden,havaalanına gelirken normalde giyindiğinden de şık gyindiği için nişanlısı da bir kez daha aşık olur kendisine adeta,bu gözlerinden çok net okunmaktadır onun.(Gerçi o anda insanların gözü Mehmet'te değil,yaklaşmakta olan sarışın bombadadır,yine bana aktarılan bilgilerden paylaıyorum.) Sarışın bayanın arkasındansa,yine siyah camlı kocaman gözlükler takan,aynı önündeki hanım gibi büyük dudaklı ve çıkık elmacık kemiklerine sahip ,hemen hemen aynı yaşlarda başka bir bayan gelmektedir.Bu bayan belki o kadar etkileyici veya dikkat çekici değildir,ancak kendisinin bambaşka bir havası vardır.Romantik,kırılgan ve bir o kadar da buz gibi,umursamaz.Burnu belli ki daha yukarıdadır onun.Sarışın hanımın üzerindeki yoğun kırmızı elbisenin aksine ,onun üzerinde bej rengi bir trençkot vardır ve oldukça sade ama şık bir giyime sahiptir.Kendisine göre daha frapan olan diğer bayanın aksine onda,50lerde/60larda Fransız filmlerinde oynayıp,her biri ayrı bir moda akımı yaratan meşhur aktrislerin havasındadır kendisi.Audrey Hepburn gibi,ama öyle de denilemez aslında.Daha yuvarlak bir yapıda,balıketi bir fiziğe sahip,ama çok asil,çok duru.Esmer ve gizemli bir havası vardır,tamamen kendine özgü.Aralarında uçurumlar olan ama aynı zamanda birbirlerinin aynısı olan bu iki bayan masanın tam yanında durur.Mehmet konuşmaya başlar:''Evet arkadaşlar,tanıştırayım,müstakbel nişanlım Gülsen Hanım'' , Sarışın hanım ince,narin parmaklarını gözlüklerine götürür ve kırmızı ojeli tırnaklarını oynatarak onları usulca çıkarır , sıcacık bir gülümsemenin ardından konuşmaya başlar,büyük bir heyecan ve mutlulukla -öyle ki gözlerinin içi güler mutluluktan- : ''Merhabaa!! Sonunda tanışabildiğimize sevindim,Mehmet her birinizden çok bahsetti.'' Mehmet sırayla masadaki tüm arkadaşlarının isimlerini sayar ve ''Hasan Bey''dediğinde,sarışın kadın ani kısa bir bağırma tepkisi gösterir : ''Ah! Demek Hasan Bey sizsiniz ! Mehmet sizden o kadar çok bahsetti ki anlatamam,Hasan Bey aşağı Hasan Bey yukarı ! Size tapıyor! '' Cilveli bir kıkırdamayla konuşmasını sonlandırır.Hasan Bey,Mavi Boncuk da kızarmıştır,sanki o yere bakan yürek yakan çapkın adam gitmiş de ,utangaç bir genç oğlan gelmiştir onun yerine. O sırada Gülsen konuşmaya hararetle devam eder ''Aaa ! Gözlüklerin çıkarmadın mı hala ?! Alemsin kız ! Çocuklar,arkamdaki güzel bayan da ablamdır ,ama o kadar utangaçtır ki çoğu zaman ben onun ablası gibi dururum,öyle derler yani,Abla,ablacım,çıkarmayacak mısın gözlüklerini ? '' Esmer,gizemli hanım,Aysen, sonunda gözlüklerini çıkarır.Usulca , heyecanı gittikçe arttırarak.Ne kadar nazlı olduğu bu hareketinden kolayca anlaşılabilirdi zaten..Ve gözlüklerini çıkardığında güzel,duru yüzü çıktı ortaya.Masadaki herkesin onun güzelliğinden etkilendiği çok açıktı,ancak çoğu erkek için Gülsen hanım daha etkileyici görülürdü,cilveli tavırları olsun,gülümseyişi,dobra dobra konuşmaları olsun..Dolayısıyla hepsinin bakışları kısa bir 'Merhaba,memnun olduk' bakışının ardından tekrar Gülsen Hanım'a çevrildi.Bir kişi hariç.Mavi Boncuk.Onun gözleri esmer gizemli kadında takılı kalmıştı.Kenetlenmişti adeta.Aysen Hanım,onun bakışlarının farkındaydı ama utangaçlığından bırakın gözgöze gelmeyi,onun yüzüne kısacık bir saniye bakmaya bile cesaret edemedi.Ama Mavi Boncuk allak bullak olmuştu.O buğulu gözler,o buğulu gözler,şapkanın tülünün gizlediği o gizemli buğulu gözlerin ta kendisiydi.Nasıl olurdu bu?Nasıl bir oyunuydu bu kaderin? Yoksa yine gerçek zannettiği rüyalarından biri miydi ? Hayır çok gerçekti,o kadar gerçekti ki,Mavi Boncuk kalp atışlarını hissetti,hızlanan,gittikçe hızlanan kalp atışlarını.Kutuyu açmanın zamanı gelmişti,bir zamanlar kutusuna hapsettiği o büyülü saniyeleri çıkardı ordan,çıkardı ve yanyana getirdi iki sahneyi.Karşılaştırdı,test etti ve doğruladı: oydu ! O bunları düşünürken,dakikalar akıp gitmişti ve Mavi Boncuk sersemliğinden tek bir kelime bile edememişti,ve işte masadan kalkan Mehmet'i,masadakilere el sallayan Gülsen ve Ayse..Ays..Ay..A...Rüya , Gülsen ve Rüya gidiyorlardı ! İçinden düşündü Mavi Boncuk '' Kaçırdın işte kaçırdın!!!Gidiyor!! İzin verme,hayır aptal bir şey söyle! '' Ama hayır , tek bir kelime,tek bir hece bile çıkmadı ağzından.Sustu.Sadece sustu. Ve bekledi.O günden sonra her gece onunla nasıl iletişime geçeceğini düşünerek,planlar yaparak uykuya daldı.Sonunda karar verdi,Mehmetle konuşacaktı ve onları biraraya getirmesini rica edecekti.Başka çare yoktu.Onunla konuşması lazımdı,onu tanımalıydı.Bu dileğini hemen Mehmet ile paylaştı.''Vay canına!! Bizim Yakışıklı Oğlan gönlünü mü kaptırmış !? Bu günleri de gördüm ya,artık ölsem de gam yemem ! Hahah,tabi kardeşim üzme sen kendini ben ayarlayacağım..''
Üzerinden haftalar geçti,bu haftalar ona upuzun seneler gibi gelmişti.Ne olmuştu ona Allah aşkına?Nedir bu sersem tavırlar?Hiç ona yakışıyor muydu bu dalgınlık ? Ama elinde olan bir şey değildi bu,buna rağmen işine konsantre olabilmek için elinden gelen her şeyi yaptı ve tabii kimseye bir şey belli etmeyip,dillerine düşmemek için.Çünkü malum,havaalanındaki tüm genç bayanların gözdesiydi o.Bir kere dillerine düştü mü,kurtulması imkansız gibi bir şeydi.
İşte bu yüzden bekledi,sustu,çalıştı.
Bekledi,sustu,çalıştı.
Bekledi,sustu,çalıştı.
Bekledi..ve.. Sustu...ve..Çalıştı...
Ve sonunda büyük gün.
Haftalardır ona işkence çektiren,uykusundan eden,sadece düşüncesinin bile kalbinin daha hızlı çarpmasına sebep olan o büyük buluşma günü..
Rüyasını görecekti sonunda.Bir kez daha.
Belki de son bir kez.
Hayır , hayır ,moralini bozmayacaktı ,bugün bozamazdı.
Mavi Boncuk,Rüya,Mehmet ve Gülsen.
Akşam yemeği.
İlk konuşma .
İlk gözgöze geliş.
İlk bakışma.
Oldukça seviyeli ve yerinde bir yemekti.
En konuşkan tabiki Gülsendi.Sonra da Mehmet vardı sırada.Mavi Boncuksa bu sefer daha rahattı,daha rahat olmalıydı çünkü bu sefer onunla konusması şarttı.Ama Aysen göründüğü kadar zor ve çekingen bir genç bayandı.Konuşturmak da ,gülümsetmek de hayli zordu.Ama Mavi Boncuk bu geceden sonra aklını topladı ve karar verdi,aklından şöyle geçirdi: '' O benim evleneceğim kadın ! ''
Evet sevgili okuyucular :)
bu romantik ve sürükleyici hikayeyi burada kesmek zorundayım.Çünkü buradan sonrası onlara özel,onların güzel aşkı ve devamında gelen güzel hayatı.Tahmin edebileceğiniz ve az önce benim de fark etmeden itiraf ettiğim gibi , Mavi Boncuk ve Rüyası evlendiler,Mavi Boncuk aklına koyduğunu yaptı kısaca :) Sonunda ne mi oldu,bana bir bakın ! :)
Benim birtanecik dedeciğim olmasaydı ben şuan onu mutlu edecek bu biyografik yazıyı -inanıyorum ki şuan beni bulunduğu cennet bahçesinden izliyordur ve bu kısa yazımı sizlerle paylaştığım için gurur duyuyordur benimle- burada , blogumda,sizlerin okuması için paylaşıyor olamazdım.
Umarım bu mükemmel insanın inanılmaz yaşamının sadece bu paylaştığım kısmını beğenmişsinizdir.Bunu yazarken bir saniye bile sıkılmadım,bir gece oturdum ve sabaha kadar yazdım,yazdım,yazdım.Hatta yazarken bir ara kahve almak için mutfağa gitmeden yanlışlıkla pencereyi kapattım ve bütün yazdıklarımın kaydedilmeden silindiğini sandım,o anda yaşadığım adrenalini ne siz sorun ,ne ben söyleyeyim.Ama sonradan bilgisayarımı biraz didik didik ettikten sonra buldum ve yine bulduğumdaki sevincimi ve gecenin o saatinde attığım o tiz çığlığı NE SİZ SORUN ,NE BEN SÖYLİYM-çünkü hemen ardından annem odama büyük bir hışımla girip , fena azarladı , yani o yüzden sormayın hiç,ben de söylemiym :)
Son söz:
Birtanem,Mavi Boncuğum,Dedeciğim,
Sen olmasaydın,seni tanımış olmasaydım,sen benim apaydınlık dedem olmasaydın , ben şuan bu satırları yazıyor olamazdım.Belki de adımı yazdığım ,imzamı attığım her başarımın sebebi sensin.Sen bana hep güvendin,verdiğin birçok ders oldu evet,ama bunları o kadar akıllıca ve bilgece yaptın ki,senin sayende şuan olduğum yerdeyim.İyi ki varsın. Varsın diyorum çünkü sen hala benimlesin,bizimlesin.Ve her zaman da benimle -bizimle olacaksın.Biliyorum,çok iyi biliyorum.
Ve seni çok seviyorum.
Mavi Boncuğum..
Ceydan.
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder