1 Aralık 2011 Perşembe

'Ve bu yaşadığın şeye hayat de şimdi..'

Hava soğuk.

Tak kulaklıkları.
Dışarı çık.
Montunu giyme.
Üşü.
… Yürü.
Daha çok üşü.
Daha çok yürü.
Üşüdükçe yürü.
Yürüdükçe, düşün.
Olmak istediğin kişiyi düşün.
Olduğun kişiyi düşün.
Sahip olduklarını düşün.
Senin olmayanları düşün.
Sevdiklerini, sevmediklerini düşün.
Kazandıklarını, kaybettiklerini düşün.
Söylediğin, söylenen yalanları düşün.
Seni terk edenleri, terk ettiklerini düşün.
Artık hayalini kurmadığın o hayatı düşün.
Ne kadar kolay vazgeçtiğini düşün.
Bir daha kimseyi sevemeyeceğini düşün.
Saatlerce düşün ama hiçbir şey düşünmediğini fark et.
Eve dön.
Aynaya bak.
Sol gözün kızarmış.
Demek ki ağlamak istemişsin farkında olmadan.
Ne zaman ağlamak istesen, sol gözün kızarır çünkü.
Aç sıcak suyu, gir altına.
Soğuktan donan vücudun sıcak suyun altında uyuşsun.
Kemiklerin sızlasın.
Acıya aldırma.
Düşün.
Yeniden düşün.
Ardından el salladığın otobüsleri düşün.
İnsanları düşün.
İhanetleri düşün.
Bir zamanlar hayallerin olduğunu düşün.
Bir zamanlar mutlu olduğunu düşün.
Mutluluğun nasıl bir his olduğunu unuttuğunu düşün.
O adamı düşün.
O adama asla sarılamayacağını düşün.
Şimdi çık sıcak suyun altından.
Çık ve yaşa.
Ve yaşadığın bu şeye ‘hayat’ de.
Hep aynı şarkı çalsın kulaklarında.
Hep aynı yerden yansın canın.
Ama sen yine de hep, ‘hayat’ de.
Çünkü hayat, güzel rüyalarından haricinde kalan acımtrak zaman dilimi.
Çünkü hayat, hayat işte.
Çünkü hayat, hep böyle….





-Bu seferki benim yazım değil,ama beni çok etkilediği için paylaşmak istedim :)

27 Kasım 2011 Pazar

White Christmas Cartoon Song





Böyle Santa'ya can kurban !

Jim Carrey Sings White Christmas - FUNNY!!




JIM CARREY ! Her yaptığı filmde gönüllere bir kez daha taht kuran,dünyanın -bana kalırsa- Charlie Chaplin'den sonra en yetenekli komedyeni.Ya da modern yüzyılın diyelim.(Belki arada bizim yaşımız tutmadığı için kaçırdığımız değerli komedyenler vardır da biz bihaberizdir.) Ve yine yapmış yapıcağını. Canım ya.Tam bir bebiş.

Weihnachtsbasar 26.11.11



     Ne kadar iç açıcı güzel bi manzara değil mi?
Özellikle bu üç resmi koydum en başa çünkü benim için ''Noel'' (alm.:Weihnachten;ing.:Christmas) 
öncelikle evimizi süslediğimizde ortaya çıkan o sıcacık manzaralar,dışarda kar yağdığında camdan bakıp gördüğüm bembeyaz güzel sokağımız(tabii yaklaşık 4 senedir kar yüzü göremediğimiz için artık filmlerdeki 'bembeyaz güzel sokaklar'la özlemimizi gideriyoruz) ve şöyle büyük heybetli bir yılbaşı ağacı.İşte bu yüzden ilk benim hayal dünyamdan christmas tadı alın istedim.
    Ama şimdi siz soruyosundur 'kızım daha yılbaşına bir aydan fazla var ne bu acele ?' diye.Acelem yok aslında,sadece yılın -benim için- en güzel zamanını uzattıkça uzatmaya çalışmak adetlerimdendir.Önümüzdeki şu 3 ay benim için cennetten farksız.Aralıkta malum yeni yıl vs heyecanı,sonra Ocak'ta benim doğum günüm(o kutlama havasını her sene olabildiğince 30 güne yaymaya çalışıyorum ki bol bol hediye alıyım vs :D ) ve Şubat'ta da Sömestr tatili + Valentine's Day. Bazılarına bu tip 'abartılı' kutlamaların ve gereksiz 'Sevgililer günü,Anneler günü,Babalar günü,bilmemne günü ...' zamanlarının anlamsız geldiğini biliyorum,hatta benim çok yakın arkadaşlarımdan da var böyle diyenler:'çok abartıyosun kızım ya alt tarafı bi pasta kesicez hadi oldu bitti.' . Ama HAYIR ! :D Benim yaklaşık 3 senedir yaşam felsefem olarak gördüğüm ve çoğu insan tarafından da bilinip benimsenen bi söz var: ''Her gününü hiç ölmeyecekmiş gibi ve yarın ölecekmişsin gibi yaşa.'' Bu sözün orjinali ingilizce olduğu için çeviride garip bi anlamsal eksiklik var gibi geliyo biliyorum.Ama demek istediği şu : Yarın ölecek olsaydınız,son saatlerinizi her zaman yapmak istediklerinizi yaparak ve her dakikanın tadını çıkararak yaşardınız,ama bunu aslında nefes aldığınız her saniye yapmanız gerekiyo.Bi tane de yan anlam var;tamam hayatını dilediğin gibi yaşa,eğlen,coş.Ama yapmak zorunda olduklarını da atlama,örneğin sorumlulukların.Çünkü onlar sayesinde yere sağlam basabilecek ve geleceğini garanti altına alabileceksin. İşte böylee..
O yüzden ben her dakikamın tadını çıkarmaktayım :) Size de tavsiye ediyorum :)


     Nerden indik bu kadar derinlere diye düşünürken,aklıma geldi. ''Weihnachtsbasar'' !!! Bu sene 49.su düzenlenmiş olan geleneksel Noel kermesimiz/pazarımız dün Alman Lisesi'nde yine gelenleri keyifle karşıladı ve eğlendirdi. İlk olarak etkinliği biraz açiyim henüz duymamış olanlar için. Malum şimdi yabancı bir okula gidince,bizim milletimizin gelenek ve kültürünün yanı sıra , yabancılarınkini de öğreniyoruz.Alman Lisesi,Üsküdar Amerikan,Robert Kolej,Avusturya Lisesi,ve st.Benoit gibi Fransız Liselerinde ve İtalyan Liselerinde durum böyle.Robert,Avusturya ve kendi okulum olan Alman Lisesi dışında gerçekleşen etkinliklerden pek haberdar değilim.Sanırım bizimkiler kadar geniş çapta kutlanmıyor.Şöyle ki,Kasım ayının 25-26sında her sene 'Weihnachten' adı altında birçok kutlama-etkinlik vs düzenlenir. Almanlar arasında bu şekilde isimlendirilen bu dönem,Amerika'da veya İngilter'de christmas olarak karşılık bulur.İsimler farklı olsa da yapılanlar hep aynıdır.Bi kere ille bir Noel Kermesi düzenlenir,burada okul aile birliğine üye olanlar -çoğunlukla yabancı öğrencilerin velileri ve hatta doğrudan anneleri- kendi yaptıkları yemekleri,elişlerini,resimleri,sanatsal birtakım çalışmaları vs. burada sergileyip satışa sunarlar.Bunun dışında Almanya denilince akla gelen spesifik yemekler,tatlılar,biralar,sıcak şaraplar özel olarak oradan getirtilir ve okulun bir binası tamamen 'tıkınma alanı'na döner bu bir gün boyunca. Spesifik yemekler falan derken neyi mi kast ediyorum? İşte klasik Wurst,Sauerkraut,Gulasch,Marzipanstolle,Waffle ve Moncheri çikolatalar.Bunların yanında Glühwein ve bira da oldu mu , gelenler ne kadar tok olurlarsa olsunlar midelerinin derdine düşüp yemeye yumulur.Ama haklılar tabi,ortam o kadar güzel ve her şey o kadar lezzetli oluyor ki kapılmamak elde değil.Evet,dün de yine böyle bir atmosfer vardı.Okulumuza ait 3 bina tamamen bu pazar tarafından işgal edilmişti.Sınıfların olduğu ana binamız iki bölüme ayrılmıştı. 'Weihnachtsgeschenke'' ve ''Gutes aus Deutschland'' diye.Birincisinde velilerin kendi yaptıkları kurabiyeler vs,ikinci el olarak satılan eski alman plakları,kitap ve dergileri,biblolar,yılbaşı şapkaları,Noel babalar.. İkinci kısımda ise daha demin saymış olduğum Almanya diyince akla gelen bazı belirli tıkınmaca öğeleri. Pazarın bir diğer bölümü de , okulun 'anaokulu' olarak kullanılan ve 7 yaşına gelmemiş olan minik bebişlerin eğitim gördüğü bina.Orası da 'Kinderprogramm'a dahil oldu.Yani gönüllü öğrencilerin 2-3 saatliğine çocuklara göz kulak olduğu ve onlarla oyunlar oynadıkları bir kısım.Son olarak ziyaretçilerin %99unun tüm standları dolaştıktan sonra doğrudan yöneldiği ve bütün günü orada geçirdikleri -benim deyimimle- 'tıkınma'' bölümü.Yani Teutonia. Teutonia,normalde okulumuzun ne idüğü belirsiz,kesin bir işlevi olmayan ama bu tip özel organizasyonlarda hayat kurtaran ,fakat sanırım mezun olana kadar içbirimizin gizemini çözemeyeceği  meçhul bir yapı olarak adlandırılan o ''şey'' . Yani hocaların aklına eser 2 ay sınıfımız oraya taşınır ve orda ders işlenir,sonra orası tekrar boşaltılır ve yalnızca dans ve tiyatro provalarının gerçekleştiği yer olarak kullanılır,yılbaşı geldiğinde konserlerin bir kısmının yapıldığı ve benim görüşüme göre konser/gösteri vs için oldukça yetersiz ve kasvetli olan bir sahne gösteri salonu barındırır.Öyle yani garip.En komiği de orda yılın 6 ayı hiç öğrenci olmamasına rağmen devamlı olarak orda duran minicik ufacık tefecik bir kantincik vardır. (almanların deyimiyle kantinchen) yok bu daha çok benim deyimim oldu.Neyse kafanızda az çok bi resim oluşturabilmişimdir heralde. 
                   İşteee meşhur Weihnachtsbasar'ımız her sene bu veya buna benzer şekillerde okulumuzda gerçekleşir.Ve şakaya vurup dalga geçtiğim biçok disorganize yanlarının yanı sıra,er seferin çok büyük keyif alırım ve mezun olduktan sonra da (zaten Alman Liseli 50-60 yaşındaki teyzeler/amcalar da hale geliyor.Görüp çok özeniyorum :)) hiç atlamadan gelmeyi planlıyorum . Her ne kadar Alman Lisesi'nin ve orada okuyanların bir klasiği gibi görünse de , başka okullarda okuyan yaşıtlarımız yetkili öğretmenlerle bizim aracılığımızla görüşüp gönüllü olarak bu etkinlikte görev alabilirler.Zaten bence asıl amaç da bu;herkesin birbiriyle kaynaşıp bu coşkuyu paylaşması !


            O yüzden bu yazıyı okuyorsanız size tavsiyem: Kaç yaşında olursanız olun,hangi okulda okursanız okuyun,Kasım ayının 26. gününü bize ayırın :) Benden söylemesi ...


Bu bol 'noelli' haftasonun ardından biz de eve gelir gelmez yılbaşı ağacımızı kurduk ve ben şahsen çoktan bu havaya girdim.Fizy.com'dan üstüste christmas playlist açıp dinliyorum , bi yandan da youtube'da 'jingle bells,santa,christmas' diye yazılı gördüğüm her videoyu izliyorum.Oyalanırken gözüme birkaç video çarptı ve bu yazıyı yayınladıktan sonra onları sizlerle paylaşıcam , bakalım beğenicek misiniz?


O zaman şimdiden : Mutlu Noeller !! 








ah ah ah ! [ Mutlu Noeller  diyince aklıma geldi hemen,size önermem gereken bitakım kitap ve filmler var konuyla ilgili :) ]


Here you are:


-Love Actually (noel zamanı kendilerini ilişki denklemlerinde bulan bi grup insanın hikayesi.Aşk,komedi,dram aranan her şey var.Oyuncu kadrosu da bi daha karşılaşılınacak cinsten değil.)
-Bridget Jones' Diary ( kızlara hitap ediyo gibi görünüyo,ama yok. ERKEKLER! ilişkiler hakkında mizai bi dille çok güzel dokundurmalar var,daha sonra filmin 2.si de çıktı ama ben her zaman ilk filmlerin en etkileyici ve en güzel olduğunu savunanlardanım o yüzden 2.si için kasmayın derim)
-Noel Ekspresi ( yani şimdi bunu bilenler belki benle dalga geçiyodur ama inanın bana bi animasyon filmi olup beni bu kadar etkileyebilen nadir filmlerden.Christmas Eve'de noel babanın ve noelin varlığına inanmayan bir çocuğun sihirli bir trenle çıktığı yolculuğu anlatıyo.Tabi filmin sonunda klasik ''aa bak simdi her şey rüyaymış yiia'' uzantısı var,ama çok şeker,sıcacık bi film.)
-Everybody's Fine(Ağla ağla ağla gözyaşı damarlarımı kurutan bi film. Aile bağlarının önemini vurguluyo ama hani böyle 'ibret' dedirticek cinsten.Çok başarılı . Ki zaten Drew Barrymore gibi çok ünlü isimler var )
-Grinch(Yapıldığı sene 'en iyi makyaj' , 'en iyi kostüm' vs dallarında 37439439  ödülü toplayan dünya harikası bir yılbaşı filmi.Sadece çocukların değil yetişkinlerin de büyük bir konsantrasyonla izlediği bir yapım (annem,babam ve teyzemde test ettim,doğrulandı :)) . İzlemeyen herkesin DVD koleksiyonunda hemen yerini almalı.) Bu arada o yeşil yaratığı Jim Carrey canlandırıyor.En iyi makyaj ve kostüm Oscar'ını almış olmasına şaşmamalı,tanınacak gibi değil Jim Carrey burada..




-Charles Dickens'ın 'Christmas Carol'u ! OKUYUN OKUYUN OKUYUN. (Hatta yazıyı okumaya başladığından beri benim bu noel olayını fazla abarttığımı düşünen tüm kardişler okusun ! Bak diyorum hayatınız değişicek canlarım :D )
Yani bu kitabı fazla övemicem çünkü zaten kitabın kendisi direkt çarpıyo okunduğu zaman.Cidden çok değerli ve çok yetenekli bir İngiliz yazar olan Charles amcacığım, çocukluğunda çok fakir ve sefil bir hayat yaşamak zorunda kaldığı için öyküleri ve romanları çoğunlukla dramatik/trajiktir ve baş kahramanlar da /oliver twist gibi/ genelde çocuktur.Ve çocuk olmaları zaten kitabın büyüsü altında kalan her okuyucusunu daha da etkiler,hüzünlendirir.Christmas Carol'da çoğu öyküsünün aksine baş kahraman bir yetişkindir ama en az diğer öyküleri kadar etkileyici ve hüzünlüdür.Mesajıysa... Neyse onu da siz bulun :)


Bu arada 9aralıktan itibaren ayın sonuna kadar Kenter Tiyatrosu'nda Christmas Carol İngilizce olarak sahnelenecek.Ben biletix'e girdim, reklamı görür görmez hemen bir clickle biletimi ayırttım.Bence siz de çok geç kalmadan girin ve click ! 






Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

2 Eylül 2011 Cuma

UTOPIA 5.BÖLÜM [SON]




                     Utopia  aile hayatında,ekonomik ve sosyal hayatta,sanatta,bilim ve gelişmede,din ve inançlarda kısacası hayatın her köşesinde sevgi ve çalışmanın yarattığı mucizelere inanan ve sorumluluklarından/ilkelerinden asla taviz vermeyen bir toplumu içinde barındırıyor.Böyle bir insan topluluğunun yalnızca varlığı bile yönetimi etkilemeye yeterli.Bu sayede de, devlet 'sanat + bilim ' çevresinde dönen bu hayat tarzını destekliyor.Zaten Ütopları zengin yapan da bu.. Yani kurallara bağlı kalıp,onları varoluşlarının temel ilkesi haline getirmek.UTOPIA, böyle bir sistem ve böyle bir toplum dayanışmasıyla her geçen gün ilerlemeye ve gün geçtikçe güçlenerek ayakta kalmaya devam edecektir.İlerlemelerini engelleyecek yalnızca tek bir neden olabilir.O da : 'dış baskı' .
                     Nasıl bir dış baskı peki? Şöyle ki,Utopia yabancı ülkelerin gözünde her zaman için bir imparatorluk kadar güçlü,ancak imparatorlukların yoksun olduğu demokrasi hazinesine de sahip bir ülkedir.İşte bu yüzden bahsettiğim bu yabancı ülkeler , her an bir 'rakip' e dönüşebilme riskini barındırıyor.Tabi Ütoplar bu riskle kendileri başa çıkabilir.Ancak bu bilinçten yoksun olanlar için tek çözüm yolu savaş olacaktır,çünkü kendilerini ancak bu mutlu ve tatmin edecektir.Eğer böyle bir 'savaş' olasılığı düşünülmek zorunda kalınırsa,Utopia halkı sığınağını (çocukların adası) her zaman için saklı tutmaya çalışacak ve kalplerine zarar gelmemesi için canlarını  vermeye hazır olacaklardır.


                ''UTOPIA, TÜM BU İLKELER ÜZERİNE KURULU KALDIKÇA VE KALBİNİ FIRLATIP ATMADIKÇA AYAKTA KALMAYA DEVAM EDECEKTİR..SONSUZA DEK ...'' 




-Şöyle bir düşünüyorum da,acaba böyle bir ülke , böyle bir sistem gerçek olur mu bir gün? Yoksa yine hayal mi kuruyorum? Galiba öyle.Çünkü Utopia gibi bir ülkenin doğması için öncelikle Ütop halkı gibi bir toplum oluşmalıdır.Sanıyorum ki bunun gerçekleşmesi şu an için imkansız denecek kadar zor.Ben yine de ümidimi kesmiym. Yoksa rüyamdan,kurduğum bu büyülü hayalden hiçbir ders almamış biri olarak 'sürü'de yürütülmeye -ve çoğu zaman koşturulmaya- mahkum edilmiş koyunlardan ne farkım kalır ki ? 






                                   
     Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

UTOPIA 4.BÖLÜM







Sizlere bahsettiğim çocukların yaşadığı bu adada onları hayata hazırlayan her şey bulunuyor: sadelik,eşitlik,adalet,mutluluk,sevgi,hoşgörü,paylaşma güdüsü,aşk,ümit,merak,kıskançlık,rekabet,doğa,huzur,gerektiğinde acı,gerektiğindeyse nefret.Kısacası hayatın ta kendisi.Asıl demek istediğimse,bu çocuklar Utopia'ya geçmeye hazır olanda dek tek başlarına,kendi ayakları üstünde durmayı bilerek,ailelerinin onlardan hiçbir zaman eksik etmeyeceği sevgiyle yaşayacaklar,hazırlanacaklar.Bu adada hırsızlık yok.Felaketler yok.Terör yok.Biliyorum , onlar da hayatın bir parçası. Ama yok,çünkü bu çocuklar zaten tek başlarınalar ve her ne kadar bu felaketler adalarına uğramayacak olsa da, onlar bunların her birinin farkında.Kısaca ailelerin içleri rahat,ancak çocuklar bu kavramların anlamlarını ve sonuçlarında olanları çok iyi biliyor ve her gün onlara izletilen 'dünyadan kareler' (bir nevi belgesel,bizlerden naklen yayın !!! ) isimli belgeselleri izleyerek adeta tecrübe sahibi oluyorlar.Yani hem dünyaya/bizim dünyamıza,hem adadaki hayatlarına , hem de Utopia'ya en uygun şekilde hazırlanıyorlar.Her zamansa birlikteler,istisnasız.(Yeri gelmişken ada kuralları hakkında belirtilmesi gereken temel bir maddeyse şöyle: Bu çocukların ailelerine UTOP yönetimi bir zorunluluk vermiş,çocuğun ne zaman ihtiyacı olursa ailesi kalkıp adaya gelmek zorundaymış.Aksi takdirde aile Utopia'dan sınır dışı edilir,çocuksa adadaki eğitimine ve yaşam tarzına hiç bir şeyi eksik edilmeden devam edermiş.Ailenin tüm serveti ve malı mülküyse ellerinden alınırmış.Yani neymiiiiş? Çocuk sahibi olduktan sonra onu bir adaya atıp , tüm sorumluluklarından vazgeçmek yokmuşşşşş. Yani neymiiiiş? Bebeğini doğurduktan sonra onu caminin merdiven boşluğuna bırakıp , ' Sana emanet ettim yarabbim '' diyip , kaçıp gitmek yokmuuuuuuuşşşşş; anlayana.)


Evet,çocuklar hakkında söylenebilecekler şu an için bu kadar.Biraz da ailelerine değinelim.Bu insanlar ne yapar,neyle yaşar,neyle uğraşır? Utopia halkı sanayiden çok tarım ve zanaatle uğraşıyor.Ülkenin dört bir yanında hepsinin birbirine olan uzaklığı eşit olarak dağıtılmış müze ve atölyeler bulunuyor.Müzelerde her ailenin kendi yaşam tarzını,alışkanlıklarını,uğraşılarını,hobilerini gösteren tablo,heykel,çini,seramik,rölyef ve biblolar bulunuyor.Hatta kimi müziksever aileler kendileri için ayrılan alana yalnızca bir gramofon koymakla yetinebiliyor .Ve tabii kendilerine ait plak , hatta bazen 'kendi' plaklarını da yanına yerleştirerek...(Bu arada yine altı çizilmesi gereken bir husus: Herhangi bir soyadı altında bulunan her aile kendi yaşam tarzını,uğraşılarını vs anlatan/temsil eden/gösteren en azından bir eser sunmak zorunda: eğer o aileden herhangi bir eser alınmamışsa,aileden bir birey , sanata karşı ilgisiz kalmak sebebine dayalı olarak,belirli bir süreliğine zanaat kursuna gidiyor.Bu da ülkenin sanata olan düşkünlüğünü ve önceliklerini sanat ve bilime olarak belirlediğini gösteren bir kanıt.)
Bu zorunluluğu atlarsak,yüzdelerle ülkenin dallara dağılımı şöyle: Bilim ve sanata yönelen kesim ülkenin %49 unu ,tarımla uğraşanlar %37sini oluştururken , kalan %20lik kesim ticarete yönelmiş.Sanat ve bilim konusunda katı kurallara sahip olan ve oldukça tutucu gözüken Ütop halkı,tarımda da bir o kadar disiplinli çalışıyor.Her mevsim bol yağış olan bu coğrafya , toprağının verimliliği ve konumu gereği tarıma oldukça elverişli.Nüfusun yarısından fazlasının temel gelir kaynağı olmasına şaşmamalı.Ancak toprak işlemek ve bitki yetiştirmekle yetinmek istemeyen,kendi ürettiği ürünlerle,kendi ticaret yollarından ticaret yapmayı seçen kesim de azımsanacak nicelikte değil.Utop ticaret yolu sadece Utopların kullandığı ve ülke içinde farklı kasabalara yerli malı götürmeye yarıyor.Utop tüccarlar,genellikle ihtiyaç ve istek üzerine kendi kasabalarına özgü ürünleri,sınırdaki küçük köy/yapılanmalara kadar bizzat kendileri götürmeyi seçiyor.Kısaca , bu ülkede herkes her işini tam zamanında ve yalnızca kendi emeğiyle yapıyor.Bu da ülkenin yabancı desteğine muhtaç olmamasını ve halkın kendi kendine yetebilmesini sağlıyor.Kısaca burada işler tıkırında yürüyor :)


Çocuklara duyulan sevgi,onların yetiştirilmesine gösterilen büyük özen,insanların iş başındaki disiplini,ekonomide yerli malına düşkünlük,sorunsuz iklim ve büyüleyici doğa ve değindiğim diğer tüm özellikler , bir şekilde sizleri etkilemiştir sanıyorum.Yeterince etkilenmediniz mi? Peki,bekleyin.


    Gelelim Utopia'nın sosyal yaşamına.Örneğin giyim. Utop halkının -sizin de tahmin edebileceğiniz üzere- 'modern toplum yapısı'nın barındırdığı marka,fiyat,pahalılık,kalite takıntısı yok.İpekmiş,satenmiş,kuş tüyüymüş,yılan derisiymiş..Bu tür canice yatırımlarda + gösteriş meraklarında  hiç mi hiç gözleri yok.Tüm bunların yerine,önceden bahsettiğim 'utıo' bitkisinin üretildiği ağaçlardan bir kısmını bazı deneyler için ( bitkinin,ham maddenin sosyal yaşama katılması : giyim ürünü vb.  olarak) ayırıyorlar.Yüzyıllar öncesinden başladıkları bu ayırma-işleme deneylerinin temel yasası : bizlerin sci-fi(bilimkurgu) filmlerinde karşılaştığımız 'klonlama'ya dayalı.Bu uygulamaların sonucunda,kullanılacak olan bu ağaçların sayısı hem artmış oluyor hem de bu ortaya çıkan yeni ağaçlar sayesinde , asılları canlılıklarından ve doğal ortamlarından hiçbir şey yitirmemiş oluyor.Zaten onların asıl amacı da bu.Bu ağaçlardan bir kısmının fiziksel bakımdan aynısını ortaya çıkarıp,canlı ve verimi yüksek olanlara hiçbir zarar vermeden kendi ihtiyaçlarını karşılamak.
                         Peki bu mükemmel insanlar hiç hasta olmuyor mu ? Elbette ki.En az bizimkiler kadar  tehlikeli hastalıklara yakalanma riskleri var.Mikrop her yerde mikrop anlayacağınız.Ancak bizim Ütoplar,her alanda oldukları gibi sağlık alanında da soğukkanlılıklarıyla boy gösteriyor.Fakat soğukkanlılıkları onları bir yere kadar götürebiliyor . O yerden sonra ise devreye bilim adamları giriyor.Yaptıkları karışımlarla hastalıklarına çare bulamadıkları hastaları, 'şifalı ada' anlamına gelen bil-is-i-uto adasına yolluyorlar.Bu adada şifalı bitkilerden oluşan öğünler,adanın tropikal mevsimiyle bütünleşmiş enfes doğal ortamındaki yürüyüşler ve şırıl şırıl akan (bizim kaplıcalar misali) şelalelerde banyolar ve masajlar öneriliyor.Bunların hepsi bir araya gelince de iyileşmemek olanaksız oluyor tabii. 
                    Nüfus yoğunluğunun fazlasıyla düşük,eğitim seviyesinin ve kalitesininse yüksek,halkın bilinçli ve doğanın her mucizesinin içinde olan rüyalar ülkesi Utopia,sizlerle paylaştığım gibi bu avantajlarını oldukça verimli kullanan bir kültür.
                     İnanç ve din meselesine gelince...Bu ülkede farklı dinler ve bu dinlerle beraber gelen farklı mezhepler var.Herkesin inancı farklı yönde.Ancak bu inançların birbirleriyle kenetlendikleri nokta aynı : Utimiu . Bu , halkın her pazartesi günü işlerine/okullarına gitmeden önce uğradıkları vazgeçilmez durağın adı.İnançları her ne kadar farklı yönde olsa da,hepsinin ibadet etmek için buluştukları nokta aynı.Çünkü aslında farklı olan dinler değil,farklı olan düşünce ve inanç yönü.Oysa dinleri tek.Tanrıları tek.Hepsi birbiriyle ilintili ve birbirine bağlı.İşte bu yüzden herkes birbirinin düşüncesine saygı gösteriyor,aynı mekanda yapılan bu 'ibadet'leri , duaları hoş görüyor. İbadet dediğim şey ise , ailelerin çocuklarının geleceği için ve o haftanın her bakımdan güzel ve verimli geçmesi için  her hafta başı pazartesi günleri ettikleri duadan ve şükrandan ibaret.İşte bu kadar basit.Birkaç dakika değer bilmek.Ne uğrunda bir savaş gerektiriyor,ne küçümsemelere/hayattan izole olmaya ihtiyaç duyuyor.İhtiyaç duyduğu tek şey şükran ve paylaşımcılık.Bu paylaşımcılık piramidinin en üstteki elementi ise 'mutluluk' . Kısaca onlar,mutluluğu paylaşıyorlar. 


                         
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

UTOPIA 3. BÖLÜM (gecikmeli)

Ben seyahatten döndüm , bavulumu boşalttım,aradan 4 hafta geçti ve benim Utopia'm hala 2.sayfasında bi parçası eksik duruyo.Kıyamadım , hazır bugün bütün gün evdeyken dosyamdan çıkardım hikayeyi yine ve çoktan yayınlamış olmam gereken diğer 4 bölümü yazmaya koyuldum. Evet,bugün bu hikaye sonlanıcak , bakalım beğenicek misiniz :)


''The Secret Garden'' isimli , bir zamanlar her hafta izlediğim dünya şirini filmden bir sahne.Utopia'yla nedense bir şekilde bağlantısı olduğunu düşünüyorum , çünkü izlerken hep böyle hayal alemine dalar,film bitene kadar da çıkamazdım..





.....Evet,yol arkadaşınıza da veda ettikten sonra başlarsınız ortamın atmosferinin sizi sürüklediği hayal alemine doğru yol almaya..Bir adım daha yaklaştığınızı hissettiğiniz o an , huzur dolar içiniz.Tepedeki sonsuz mavi gökle.Güle oynaya devam edersiniz ilerlemeye.Açıkhavanın içinde şen şakrak dolanıp dururken,birden karşınıza upuzun , eski bir tünel çıkar.Eski olduğunu kırık kaya parçalarından ve içinde kalmış,soluk 'utok' bitkisinin kalıntılarından anlayabilirsiniz.(İçinde yaşam ve canlılık belirtileri olan herhangi bir yerde bu bitkinin yaşayamaması mümkün değil çünkü.)Rüya gibi geçen bir yolculuğun ardından böyle somurtkan bir tünelle karşılaşmayı beklemediğinizin farkındayım ama yerinizde olsam ümidimi hemen kesmezdim , ne de olsa bir adım ötenizde sizi nelerin beklediğini bilmiyoruz ..Sizce minik,uçuşan,uçtukça kanatlarından parıltılar kopup havaya karışan sihirli periler mi? Büyülü devasa şatolar mı? Yoksa atlı askerler mi? Hayır,bunların hiçbiri değil.Sizi çok şaşırtacak ama bırakın böyle fantastik şeyleri , modern yaşamımızda gördüğümüz şeyler bile değil. Tanışmak üzere olduklarınız,bizim zamanımızın biraz gerisinde olan,modernlik ve medeniyetten uzak kalmış,ilkel ve basit bir yaşam ve onu sürdürmekte olanlar..Onlar kim mi? Kasabada yaşayan 'soylu' çiftçiler,tarlalarından 'utok' bitkisi toplayan 'leydi'ler,oldukça varlıklı olduğu halde tüm hayatını 'utio' meyveciğini büyütmeye adayan bilim insanları ve daha niceleri...Peki tüm bu insanlar bu kadar varlıklı ve soyluyken,neden tarlalarda zaman öldürüp,basit bir bitki için saçlarını süpürge ediyorlar? Ben bu insanlarla bizzat tanıştığımda,sizin şimdi olduğunuzdan çok daha şaşkındım ve neler olduğunu algılayamamıştım.Ama sonra tüm parçalar birleşti.Tüm bu bahsettiğim insanlar , bizim etrafımıza bakıp da 'vay be ! hayata bak ! ' diye imrendiğimiz hayatları yaşayan tüm o insanlardan çok daha zengin ve varlıklılar.Ancak Utopia'da zenginlik,altınızdaki spor arabalar veya kolunuzda 2000euro luk saatle değerlendirilmiyor.Burdaki insanların yatırım yaptıkları tek bir şey var.Daha doğrusu tek bir yer.Utopia'ya deniz yoluyla yarım saat bir saatte varılan bir adaya.Onu bu kadar özel kılansa,bu adada Utopia'nın 'minik kalpleri'nin yaşaması.Çocuklardan behsettiğimi anladınız sanıyorum.Bu adada,çocuklar için her tür imkan ve faaliyet mevcut.Ancak adanın bu olanaklarından her istediklerinde kolay kolay faydalanamıyorlar.Ailelerinin onlar için yaptırdıkları oyun alanları,lunaparklar,spor kortları,restoranlar,küçük tepecikler,doğal ortam..Bunların hepsini hak etmeleri gerekiyor.Yani işler bizim dünyamızdaki gibi yürümüyor bu adada.Herkes eşit ve 'çocuk' olsalar bile , bir şeyler için mücadele etmeleri,mücadele etmeyi öğrenmeleri gerekiyor..
Gelin ülkemizde herhangi bir orta halli veya durumu iyi kabul edilebilecek aileye soralım : ''Aa! Onlar daha çocuk ayol, ne mücadelesi! '' cevabını almadığımız bir tek aile çıkar mı bundan bile emin değilim..




Utopia bölüm 3-son.


Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanan yazıların tüm hakları Ceyda Meriç'e aittir. Kaynak gösterilerek dahi bir yazının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan yazının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.